Kandıra Cezaevi'nde bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önceki dönem eşbaşkanı Gültan Kışanak, Yeni Yaşam gazetesinden Gülcan Dereli ile Hüseyin Akçadağ'ın sorularını yanıtladı. 

5 yıldır tutuklu olduğunu hatırlatan Kışanak, hala yeni davaların açılmaya devam ettiğini belirterek, "Hücrede dava dosyası koyacak yer kalmadı. Kamuoyunun bildiği büyük davalar dışında, onlarca soruşturma ile uğraşıyorum. Beş yıldan beri Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne el koymuşlar, bütün iş ve işlemleri didik didik ettiler. Meydanlarda söyledikleri yalanlarını kanıtlayacak bir şey bulamadılar, bulamazlar da zaten. Biz halkın emanetini gözümüzden bile sakınarak görev yaptık. Ama İçişleri Bakanı, Danıştay’ın reddettiği konularda bile yeniden müfettiş göndererek, ‘illa bir şey uydurun’ diyor. Öylesine zorlama ve absürt durumlar var ki bazen bu konularla ilgili haber yapıp, basına göndermek istiyorum. Sonra vazgeçiyorum, zira memlekette hukuk ve adaletin zerresini bırakmadılar. Ama bir çift sözüm var. Bizimle bu kadar uğraşanların her tarafından yolsuzluk, usulsüzlük, yasa dışı ilişkiler dökülüyor. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste sözü demek ki boşa söylenmemiş."

'SUÇLULAR KOALİSYONUNA DÖNÜŞTÜ'

Türkiye'deki siyasal atmosferi de değerlendiren Kışanak, "İktidarın memleketi nereye götürdüğü gayet açık. Toplum her sabah yeni bir hukuksuzluğa, skandala uyanmaya alıştı. Faşizan uygulamalar, otoriter kararlar, siyasi darbeler derken; ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısı eşliğinde iktidar/mafya ilişkileri de ortaya dökülmeye başladı. ‘İktidar kirletir, mutlak iktidar, mutlaka kirletir’ sözü, tam da yaşananları anlatıyor. Uzun bir dönem, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma çabası içerisinde olan iktidar, bir suçlular koalisyonuna dönüştü. Derin devlet çok katmanlı, farklı kanatların birbiri ile güç/menfaat kavgasına tutuştuğu, kimin galip geleceği belli olmayan bir sürece girdi" dedi.

'BU PİRİNCİN TAŞI AYIKLANMAZ'

İktidarı bu duruma getiren sürece kısaca bakmak gerektiğini vurgulayan Kışanak, şöyle devam etti:"AKP Genel Başkanı, FETÖ’yle kurulan ittifakın ülkeyi uçuruma sürüklediğini görmek yerine 15 Temmuz sürecinde başka derin odaklarla ittifak kurdu. Yeni kurulan ittifakta önceki gibi Kürt sorununda barış stratejisini bir kenara atıp ne pahasına olursa olsun bitirme stratejisini esas alıyordu. Bu strateji devlet politikasını içeride ve dışarıda tek parametreye indirgedi: Kürt karşıtlığı. İçeride mafya ve çeteler, Suriye’de IŞİD ve türevleri Türkiye’nin bu politikasında en üst düzeyde yararlandı. Gayri resmi savaş ekonomisi ve askeri teçhizat ihtiyacı mafyayı doğal müttefik haline getirdi. Kamu yönetiminde bir istisna bin istisna yaratır. Bir kere kılıfına uydurarak iş yapmaya başlarsanız bu çarkı fark eden herkes kendisi de aynı yol ve yöntemleri kullanarak menfaat temin eder. Böylece ‘vatan, millet’ diye başlayan ilişkiler giderek kirli ilişkiler yumağına döner. Gelinen aşama artık her türlü yasa dışı kirli ilişkinin iç içe girdiği bir durumu ifade ediyor. Bu pirincin taşı ayıklanamaz. Zira taşlar pirinçten daha fazla ve üstelik taşların üzerindeki kir ve pas sürekli yanına yöresine bulaşıyor. Eğer hala kirlenmediğine inanlar varsa bir an önce bu kirli ilişkiler torbasından kendisini dışarı atmanın bir yolunu bulmalı. Görünen o ki savaş ve çözümsüzlük siyaseti bir iktidarı daha çürütüp tüketti.

Muhalefet ise son zamanlarda bazı olumlu sinyaller vermekle birlikte hala toplumun önüne güçlü bir demokratik alternatif olarak çıkacak kıvamda değil. Ama başta kadınlar ve gençler olmak üzere umudu büyütecek bazı gelişmeler dikkat çekiyor.

KADINLARIN DİRENİŞİ

Örneğin İstanbul Sözleşmesi’ni, tek adamın imzasıyla yürürlükten kaldırma çabası, kadınların direnişi karşısında zorlanıyor. Belki ‘atı alan Üsküdar’ı geçti' havalarındalar ama farklı kesimlerden kadınlar “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganında ortaklaştıysa, atı alan Üsküdar’ı geçse de geri dönecektir. Kadınların mücadelesi, İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzadır. Ve o imza yerli yerinde duruyor.

İktidarın, HDP’yi siyaset dışına çıkarma operasyonu da şimdilik başarısız oldu. Halkın kararlı tutumu, iktidarı geri adım atmak zorunda bıraktı. Tabi bir diğer olumlu durum, artık iktidarın bu siyasi operasyona yeterince şakşakçı bulamaması. Muhalefet partileri 'hain, terörist' teranelerinin peşine takılmadı. Aynı kararlı tutumun, sarayın talimatıyla Ankara’da açılan davada da göstermesi gerekiyor. İktidar ‘Kobane olayları davası’ dese de bu davanın olaylarla hiçbir alakası yoktur. Bu dava HDP’yi kapatma davasıdır. Hukuk devletine inanan herkes bu davanın karşısında net bir duruş sergilemeli.

Umarım muhalefet 'ben senden daha milliyetçiyim' yarışının iktidara yaradığını görür. Çünkü bu yarış her türlü hukuksuzluğun, yanlışın, hırsızlığın, yolsuzluğun, mafya ilişkilerinin üstüne örten bir şal olarak kullanılıyor. Her toplumun manevi değerleri ve kutsalları vardır, kimse bunları kötü, otoriter iktidarların malzemesi haline getiremez, getirmesine izin verilmemelidir. İktidarın 'vatan haini, terörist, din düşmanı' gibi yaftalayan ve düşmanlaştıran söylemine karşı duran bir muhalefet, topluma güven verir.

MUHALEFETİN SÖYLEYECEK SÖZÜ OLMALI

İnsanlığın, ‘farklı olanı düşman görme’ siyasetinin toplumlara büyük acılar yaşattığına dair epeyce deneyimi var. Alternatif olduğunu iddia eden bir muhalefetin toplumsal barış konusunda söyleyecek bir sözü olmalı. Bu konu, ‘hele seçimleri kazanalım sonra bakarız’ denilecek bir durum değildir. Siyaset, seçim öncesinde ve seçim süreçlerinde kurulur. Bu iktidarın en büyük zararı toplumsal yapıda yarattığı karşıtlık. Muhalefet toplumsal zeminde yaratılan bu tahribatı/karşıtlığı gidecek bir siyaset yolu bulmalı. Hak, adalet, eşitlik, özgürlük, uzlaşı, empati, vicdan, barış, çözüm gibi unutulan kavramlar, yeniden siyasetin temel kavramları haline getirilmeli. Türkiye'de siyasi akımlar yeniden şekilleniyor, demokratik muhalefet etkin bir rol alırsa, yeni siyasi yapılar demokrasiye ve barışa itibar eden bir yol izleyebilir."

PKK Lideri Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridi de değerlendiren Kışanak, Türkiye'nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin ve kendi anayasanın temel ilkelerine aykırı olarak İmralı'da özel bir tecrit sistemi kurduğunu belirtti.

TECRİT İŞKENCEDİR

Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi'nin (CPT) durumu yerinde inceleyerek, bu konuda rapor hazırlayarak e İmralı’daki tecridin kaldırılması için Türkiye hükümetine çağrı yaptığını hatırlatan Kışanak, CPT raporunda, hükümetin ileri sürdüğü gerekçelerin inandırıcılığı olmadığı, İmralı’daki uygulamanın uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı olduğu net bir şekilde uygulanmıştır. Buna rağmen iktidar katı tecrit sistemine devam ederek hukuku hiçe sayıyor. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Bu yaklaşım evrensel hukuk normlarının ve anayasasının 'yasalar önünde eşitlik' ilkesine açıkça aykırıdır. Genel olarak yoksullar, emekçiler, kadınlar, Kürtler için ayrı bir hukuksal yaklaşım olduğunu birçok örnekte görüyoruz. Aynı hukuk kuralının ezilenlere, muhaliflere karşı farklı, egemenlere karşı farklı uygulandığına her gün şahit oluyoruz. İmralı’daki özel hukuk uygulaması da bu yaklaşımın ürünüdür. Yasalar önünde eşitlik, demokrasinin en asgari düzeyidir. Bu ilkeye sahip çıkmadan, bütünlüklü olarak demokrasiye ve insan haklarına sahip çıkmak mümkün değildir. Bu nedenle İmralı’da uygulanan negatif ayrımcılığa, hukuksuzluğa karşı çıkmalı, genel olarak demokrasiye, hak ve özgürlüklere, yasalar önünde eşitlik ilkesine sahip çıkmaktır. Ayrıca, tecrit ve izolasyonun, işkence olduğunu da vurgulamak gerekir. Tecrit, kişinin beden ve ruh sağlığını bozmaya yönelik bir işkencedir. Tecridin hukuktaki karşılığı budur. Aslında İmralı’daki tecrit sisteminin giderek yaygınlaştığını, pandemi bahanesiyle diğer cezaevlerinde de benzer uygulamaların gündeme geldiğini görüyoruz. Demokratik siyasete, muhalefete, sivil toplum örgütlerine uygulanan kuşatma, yalnızlaştırma çabaları da aynı zihniyetin ürünüdür" diye belirtti. 

'ÇÖZÜM ERTELENEMEZ BİR İHTİYAÇTIR'

Tecridin toplumsal barışla ilgili boyutunun insan hakları kadar önemli olduğuna işaret eden Kışanak, Bu topraklarda yaşayan herkes acılardan, ölümlerden, gözyaşından etkilendi. Ağır bedeller ödendi. Barış ve çözüm ertelenemez, en acil ve en önemli ihtiyaçtır. Ve tecrübeler, İmralı kapısının aralandığı dönemlerde bir nebze de olsa gözyaşlarının dindirildiğini göstermiştir. İmralı gerçeğinin bu yönü de son derece önemlidir.Bütün bu nedenlerle tecridin kaldırılması talebiyle cezaevlerinde başlayan dönüşümlü açlık grevi aylardır devam ediyor. Demokrasi ve hukuka inanan, temel hak ve özgürlükleri savunan herkes, kişiye özel hukuk uygulamasına, tecride ve izolasyona karşı çıkmalıdır. Kamuoyunun gereken duyarlılığı göstermesi, tecridin kaldırılması herhangi bir olumsuzluk yaşanmadan açlık grevlerinin bir sonuca ulaşması, cezaevindeki herkes gibi benim de beklentimdir" ifadesinde bulundu. 

HERKES BİRER IŞIK HÜZMESİ OLMALI

Aynı zamanda bir gazeteci kimliği de olan Kışanak, Yeni Yaşam'ın manşetini de "Şafak vakti" olarak atarak nedenini şöyle açıkladı: Şafak sökmeden önceki koyu karanlık yavaş yavaş dağılır. Güneşin ilk ışıkları ufuktan görünmeye başlar. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bazı gelişmeler ülkemde şafak vaktinin yaklaştığını gösteriyor. Ama biliyorsunuz, karanlık kendiliğinden çekip gittiği için güneş doğmaz; dünya döndüğü için her sabah güneş doğar. Yani şafağı beklemek yerine demokrasi, barış ve özgürlüğe inanan herkes birer ışık hüzmesi olmak için çaba sarf etmesi gerekir."