Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanıyken 25 Ekim 2016’da gözaltına alınıp tutuklandı, beş yıldır Kocaeli-Kandıra F Tipi Cezaevi’nde mahpus. Herkes biliyor, “asli suçu” toplumsal muhalefetin ve HDP’nin etkili, esinlendirici seslerinden biri olması.

birartibir.org’dan İrfan Aktan’ın Gültan Kışanak’la içerideki ve dışarıdaki gündem üzerine mektup-söyleşisinin bir bölümü şöyle:

Ağustos’ta kaybettiğiniz babanız Lütfü Özer’le nasıl bir ilişkiniz vardı?

Aynı bahçe içinde geniş aile ortamında büyüdüm. Babamla çocukluğumdan beri çok özel bir ilişkimiz vardı. Belki evin küçük çocuğu olmanın avantajıydı, bilemiyorum. Diğer çocuklar oyun oynarken; ben hafta sonları bahçeyle ilgilenen babama yardım eder, onun etrafından ayrılmazdım. Arkadaş gibiydik ve ilişkimiz ömür boyu hep böyle devam etti.

Babanız ne iş yapıyordu?

Babam sendikacıydı, evde grev pankartları hiç eksik olmazdı. Hatta annem o pankartlardan büyük bir örtü yapmış, bulgur kaynatınca üzerinde kurutuyordu. Adalet, eşitlik, emeğin hakkı gibi konuları ilk babamdan duyduğumu söyleyebilirim. Annem, “Hep siyaset konuşuyorsunuz, bu çocuklara biraz da yolumuzu öğret” diye kızardı. Babam da Aleviliğin özünün adalet olduğunu söyler, Aleviliğin felsefesini anlatırdı.

Ailenin büyüğü olması, Alevi dedesi olması gibi özellikler babama büyük bir sorumluluk yüklemişti. Karşılaştığı tüm zorluklara karşın bu sorumluluklarını büyük bir vakarla taşıdı. Pozitif ve umut dolu bir insandı. 12 Eylül döneminde ben içerdeyken Diyarbakır Cezaevi önünde iki yıl boyunca sabır ve kararlılıkla beklemiş, bir gün bile olsun umudunu yitirmemiş, mücadelesinden vazgeçmemişti. Babamı hayatım boyunca hep yanımda ve arkamda hissettim.

İlerleyen yaşına rağmen, 2015 seçimlerinde benimle birlikte Elazığ’da köy köy dolaşarak seçim çalışmalarına katkı sundu. Tutuklandığım günden beri babamı göremedim. Yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle ziyarete gelemiyordu. Telefonla görüşüyorduk.

Bir hafta sesimi duymasa “Bir şey mi oldu” diye kaygılanırdı. Diyarbakır Cezaevi’nin tedirginliği hâlâ üzerindeydi. Hep “Dar günün ömrü kısa olur” der, moral vermeye çalışırdı. İlk kez geçen yıl mektubunda “Haklarını Allah’a havale ediyorum” diye bir cümle yazmıştı. O zaman “babamın umudu kalmadı” diye düşündüm.

O mektuptan sonra sağlığı hızla kötüleşti. Demans başladı, beni unutmadan gidip görmek, rızalık almak istedim. İnfaz yasasında bulunan “hasta ziyareti” hakkından yararlanmak için başvuru yaptım. İzin verilmedi. Son yolculuğuna birkaç saatliğine eşlik etmem bir teselli kaynağı olsa da bana yıllarca emek veren babamla vedalaşamamanın sızısını ömür boyu yüreğimde taşıyacağım.

Kısa süre önce Figen Yüksekdağ da babasını kaybetti. Böyle büyük kayıplar hapishane koşullarında insan üzerinde ne tür etkiler yaratıyor?

Ölüm de yaşam döngüsünün bir parçası. Bu nedenle insanlar dua ederken “sıralı ölüm olsun” der. Ne yazık ki anne-babaların çocuklarını gömdüğü, yasların tutulamadığı bir coğrafyadayız. Ve bu coğrafyada sıralı ölümler bile normal koşullarda yaşanamıyor. Vedalaşamamanın yarasının ne kadar derin olduğunu diğer cezaevlerinden gelen mektuplarda gördüm. Benzer bir acıyı yaşamış insanların, yıllar geçse de acıları hâlâ çok tazeydi.

Bitmeyen bir sızı kalıyor insanın içinde. Figen Başkan da ben de pandemi nedeniyle, cenaze töreni dönüşünde 15 gün karantinada kaldık. Acımızı tek başımıza yaşadık.

Arkadaşlardan, dostlardan gelen taziye mesajlarından güç ve moral aldık. Bize bu zulmü yaşatanlara öfke duymadım dersem yalan olur. Ama öfkemi dirence çevirerek umudumu büyütmeyi denedim. Babam hep “Mazlumun hakkı zayi olmaz” derdi. Elbet bir gün hak yerini bulacak. Buna inanarak yaşayacağım.

Geçen yıl yaptığımız söyleşide, sağlık durumunuz hakkında şunları söylemiştiniz: “Kireçlenme ve menisküs gibi eklem sorunları, yüksek tansiyon ve şeker günlük yaşamıma epeyce müdahale ediyor. Beton ve demirden ibaret bir mekâna Karadeniz’in nemi ve mecburen koğuş içinde kurutulan çamaşır sorunu da eklenince, kışlar pek kolay geçmiyor.” Şu anda sağlık durumunuz nasıl?

Yaşıma, kronik rahatsızlıklarıma ve cezaevi koşullarına rağmen sağlığımın iyi olduğunu söyleyebilirim. Kendi kendimin doktoru oluyorum, diyet yapıyorum, ilaçlarımı düzenli kullanmaya, spor yapmaya gayret ediyorum. Ruhsal ve zihinsel sağlığımı korumak için bol bol okuyup, bir şeyler yazıyorum. Moralimi hep yüksek tutmaya çalışıyorum. İnsanın bedeninde ve ruhunda, olumsuz etki yaratan her türlü dışsal müdahale işkencedir.

Bu nedenle cezaevlerini, özellikle de F Tipi cezaevlerini ve katı tecridi işkence olarak görüyorum. Sağlıklı bir yaşam sürebilmek için gerekli olan maddi, manevi her türlü imkân burada kısıtlanıyor.

Toplumsal yaşamdan soyutlama insanın temel özelliklerine aykırıdır. Sohbet etmek, konuşmak bile sağlıklı bir yaşam için zorunludur. F Tipi hücrelerde üç kişilik bir yaşam var. Konuşacak konu, söyleyecek söz tükeniyor.