İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” sloganıyla her hafta sürdürdükleri eylemin 638’incisini sosyal medya hesabı üzerinde yayınlanan video ile gerçekleştirdi. Bu haftaki eylemde, 1992 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde engelli Mesut Dündar’ın gözaltına alındıktan sonra sivil giyimli polisler tarafından katledildiği olayının failleri soruldu. 

Dündar’ın hikâyesini İHD Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Yusuf Erdoğan anlattı. Mesut Dündar’ın çocukken yakalandığı menenjit hastalığı sonrasında ekonomik imkânsızlıklar nedeniyle tedavi edilemediğini, bundan kaynaklı da zihinsel engelli olarak yaşamına devam ettiğini belirten Erdoğan, Dündar’ın 1992 yılında Cizre’de yaşanan toplumsal gösterilerde sarı, kırmızı, yeşil flamaları taşıdığı iddiasıyla 3 kez gözaltına alındığını ve yoğun işkencelere maruz kalarak serbest bırakıldığını dile getirdi. 

'BABA İŞKENCELERE MARUZ KALIR'

Erdoğan, Dündar’ın yaşadığı acı olayı şöyle anlattı: “1992 yılının Temmuz ayında Cizre Emniyeti’ne bağlı polisler, ailesi ile yaşayan Mesut’un evine baskın yapar ve aileye Mesut’u Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürmek için geldiklerini söylerler. Polisler, Mesut ve babasını evden alıp götürür. Mesut’u Cizre Hastanesi'ne yatırırlar. Ancak Mesut, korkup hastane camından atlayarak kaçar. Polisler 3 gün boyunca Mesut’un babasını da yanlarına alarak civar köylerde Mesut’u ararlar. Ancak Mesut’u bulamayan polisler, babasını gözaltına alıp 3 gün boyunca yoğun işkenceye maruz bırakırlar. Babasını oğlunu getirmemesi durumunda ölümle tehdit ederler. Baba onu getireceğine dair söz verince serbest bırakılır.” 

‘POLİSLER ÖLDÜRÜP YERLERDE SÜRÜKLER' 

Mesut’un eve geri dönmediğini, ancak her gün ailesini telefonla aradığını belirten Erdoğan, “Polisler de her gün Mesut’un ailesi ile yaşadığı evlerine baskın yapar. Mesut’un, ailesini telefonla aradığı bir gün, polisin eve baskın yapmaması üzerine aile Mesut’un yakalandığını düşünür. 6 Eylül 1992 tarihinde Mesut’un cesedi, Sulak köyünde su değirmeninin yanında elleri arkadan bağlı boğulmuş bir halde bulunur. Sulak köyünde olayı gören çok sayıda görgü tanığının beyanlarına göre, Mesut’u olay yerine getiren biri polis 3 silahlı sivil giyimli kişilermiş. Olay yerine gelen askerler, cesedin altında bir bubi tuzağı olabileceği gerekçesiyle cesedi bir zırhlı personel aracının arkasında sürüklerler. Özgür Gündem Gazetesi’nin 19 Kasım 1992 tarihli haberinde, cesedin sürüklendiği fotoğraf uzun yıllar hafızalarda kalır” diye konuştu. 

'DÜŞMANINIZ VAR MIYDI?' 

Mesut’un yoğun işkence izleri bulunan cansız bedeninin ailesine teslim edildiğini ve Savcılığın ailesinin ifadesini almadığını kaydeden Erdoğan, olaydan sonra emniyetin Dündar’ın babasını tekrar gözaltına alarak, “Düşmanınız var mıydı? Kimden şüpheleniyorsunuz?” şeklinde sorular sorduğunu hatırlattı. 

DAVA KAPANDI

Erdoğan, 13 Eylül 1994 tarihinde soruşturmanın hangi aşamada olduğunu öğrenmek için Cizre Cumhuriyet Savcılığı’na yazılı başvuruda bulunan Dündar ailesi, Savcılık Kâtibi’nin “davanın kapandığını” söylediğini belirtti.  Erdoğan, Dündar’ın ölümü sonrası yaşanan süreci şöyle aktardı: “Jandarmanın hazırladığı bir rapordaki iddiaya göre, Mesut PKK üyeleri tarafından öldürüldükten sonra cebine PKK bayrağı bırakmıştır. Yine Jandarma, 18 Şubat 1996 tarihinde Cumhuriyet Savcısına, faillerin kimliğini bilen kimseyi bulamadıklarını bildirir.”  

‘AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ’

Cizre Cumhuriyet Savcılığı’nın 12 Nisan 1996 tarihinde ailenin ifadesine başvurduğunu belirten Erdoğan, ifade nedeninin de ailenin olayla ilgili olarak 3 Mart 1995 tarihinde AİHM Komisyonuna başvuru yapması olduğunu söyledi. Erdoğan, AİHM’in 2005 yılında Mesut Dündar davasında Türkiye’nin yaşam hakkı ihlali gerçekleştirdiği gerekçesiyle mahkûm ettiği ve tazminat ödenmesine hükmettiğini kaydetti.