Türkiye’nin gündeminde yerini koruyan konulardan biri HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu. 4 yılı aşkın süredir cezaevinde. Hakkında birçok dava açıldı. Bazılarından beraat etti, son olarak Kobani süreciyle ilgili Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 108 siyasetçi hakkında iddianame hazırlandı.

Tutukluluğu ile ilgili tartışmalar sürerken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nden son olarak Demirtaş’ın serbest bırakılması yönünde karar çıktı.  Ancak bu karar hayata geçirilmedi. Avukatların tahliye talebi reddedildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli, AİHM Büyük Daire’nin kararına sert tepki gösterdi, bu kararı uygulamayacaklarını açıkladı. Gözler tekrar AİHM’e çevrildi. Avrupa’nın Türkiye’nin kararı uygulamamasına nasıl tepki göstereceği merak konusuyken Demirtaş’ın avukatları da Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’na başvurmaya hazırlanıyor…

Peki, bu karar uygulanmazsa Türkiye’ye nasıl yaptırım uygulanabilir? Bu karar aynı zamanda DTK faaliyetleri suçlamasıyla başta Leyla Güven olmak üzere haklarında dava açılan ve tutuklu bulunan siyasetçileri kapsıyor mu? Çünkü AİHM’in DTK ile ilgili net bir yorumu var: “Yasal bir kuruluş”!

İşte tüm bu yaşanan süreci ve detayları Selahattin Demirtaş’ın avukatı Mahsuni Karaman Yeni Yaşam Gazetesi'nden Nezahat Doğan'ın sorularını yanıtlayarak cevaplandırdı.

Öncelikle verilen kesin karar Türkiye açısından bağlayıcı ve uygulanmak zorunda değil mi?

Tabi. Türkiye hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı, hem de bu sözleşme ile korunan temel hak ve özgürlüklerin yargısal mekanizması/organı olan AİHM’in de zorunlu yargı yetkisini 30 yıl önce kabul eden bir ülke. Sözleşmenin 46. maddesi, taraf devletlerin AİHM’in kararlarının bağlayıcı olduğunu ve taraf devletin buna uymak zorunda olduğunu düzenler. Dahası bizzat bu iktidar, Anayasa 90/5 maddesi ile “temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile iç hukuktaki bir yasa hükmünün çelişmesi halinde, uluslararası sözleşme hükmüne üstünlük tanınacağı” düzenlemesini kabul etmiştir. Kısaca bu kararın bağlayıcılığı ve uygulanma zorunluluğu sadece İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin değil, aynı zamanda TC Anayasası’nın da gereğidir. Ortada Anayasa’nın kalıp kalmadığı tartışmasını tabi bir tarafa bırakıyorum şimdilik…

Hukuken uygulanmama gerekçesi olabilir mi?

Hukuken bir gerekçesi yok elbette. Siyasi gerekçesi ise son 5 yılda yaşadıklarımızın toplamı. Demirtaş’ın rehin alınması hangi gerekçeye dayanıyorsa, aynı gerekçe ile bu karara uyulmuyor ve Demirtaş rehin tutulmaya devam ediliyor.

Uygulanmadığında ne olur? Uygulandığında ne olur?

Bana göre, bu iktidar içte ve dışta tüm meşruiyetini yitirmiş durumda. Tabi iktidarların meşruiyetini yitirmesi, iktidardan düşmesi hem doğal hem de beklenen bir sonuç. Ancak bir iktidarın, erime sürecinde, bir bütün olarak devleti uluslararası arenada onarılması imkansız sorunlarla karşı karşıya bırakması ile sonuçlanacak tutumlar sergilemesi açıkça anayasal bir suçtur aynı zamanda.

AİHM kararının uygulanmamasının doğrudan sonucu Demirtaş’ın rehin kalmasıdır.

İyi de ya diğer siyasal sonuçları? AB adayı bir ülkenin, bırakın tam üyelik yolundaki ilerlemesini, Avrupa Konseyi üyeliğinin tartışmalı hale gelmesi, askıya alınması ve hatta Konsey’den atılması ihtimali az mı kaygı verici?

Kararın uygulanması, baştan aşağı bir demokratik hukuk reformunu gerektirecektir. Siyasal sistem değişip dönüşmeden, demokrasi, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi temel kurumların yeniden inşası süreci başlatılmadan bu kararın yerine getirildiğinden söz etmek mümkün olmayacaktır.

AİHM Büyük Daire’nin verdiği bu karar, Leyla Güven olmak üzere,  DTK faaliyetlerinden suçlanarak tutuklanan ve yargılanan siyasetçileri, gazetecileri nasıl etkiler? Onları da kapsıyor mu?

Doğrudan etkiler ve hepsini kapsıyor. Türkiye’de Cumhuriyet savcıları, Demirtaş’ı örgüt üyeliği ile suçlarken dayandıkları temel argüman, Demirtaş’ın DTK’nin iki olağanüstü genel kurulunda yaptığı konuşmalardır. AİHM, DTK’nin yasal, meşru ve sivil bir organizasyon olduğu tespitinde bulunmaktadır. Yani DTK faaliyetleri, örgüt üyeliği suçu için delil olarak kabul edilemez. Çünkü yasal ve meşru bir platform tespiti var burada.

O zaman bu suçlamayla açılan davaların hepsini kapsıyor?

Evet… Çünkü DTK’ye gidip gelmek, çalışmalarına katılmak, komisyonlarda yer almak veya delege olmak gibi çeşitli sebeplerle hakkında soruşturma veya dava açılan herkesi ilgilendiren bir karar bu. DTK ile ilgili başlatılan soruşturmaların takipsizlikle, açılan davaların beraatle sonuçlanması, hükmü kesinleşenlerin ise yeniden yargılama yolu ile beraat etmesi bu kararın doğrudan sonuçları olmalıdır.

Peki ya 6-8 Ekim Kobani Olayları…

Bildiğiniz üzere IŞİD’in Kobani’de soykırım yapmaya ramak kaldığı bir süreçte, Türkiye’nin yardım koridoru açmaması ile ilgili 2014 Eylül ayı sonları itibariyle sokaklar ısınmış, protestolar başlamıştı. HDP MYK’si de, 6 Ekim gecesi, twitter hesabından 3 paylaşım yaparak halkı protestoya davet etmişti. Barışçıl başlayan protestolar, provokasyonlarla büyüyüp istenmeyen ağır sonuçlar doğurdu. Siyasi erk, güncel siyasi ihtiyaçları doğrultusunda bu hadiseyi hep istismar etti. Hala da etmeye devam etmekte. HDP ve Demirtaş’ı siyasal alandan tamamen tasfiye etmek üzere yargıyı da kullanarak büyük bir kampanyaya dönüştürdüler. Hatta Demirtaş’ı bu suçlama ile iki kez tutukladılar, ki şu an mevcut tutukluluğu da bu iftira suçlaması ile ilgilidir. Yetmedi, 2020 yılının Eylül ayında bir operasyonla, 2014 yılı HDP MYK’sinde yer alan 20’yi aşkın kişiyi de tutukladılar. Şimdi, tam da bu noktada AİHM Büyük Dairesi, bu istismara dur diyecek bir karar verdi.

Nedir o karar?

Şudur: HDP MYK’si tarafından atılan twitler ile 6-8 Ekim olaylarında meydana gelen sonuçlar arasında bir sebep-sonuç ilişkisi yoktur! Devamla, twit içeriklerinin incelendiğini belirten AİHM, twit içeriklerinde şiddete çağrı olmadığını, bu twitlerin barışçıl protesto çağrısı olduğuna karar verdim diyor. Demirtaş’ın bu suçtan dolayı hala tutuklu olduğunun altını çizen AİHM aynı zamanda DERHAL SERBEST kalmasına hükmediyor. Dolayısıyla sadece Demirtaş değil, bu suçlamadan halihazırda tutuklu olan tüm siyasetçilerin derhal serbest kalması gerekiyor. Ama maalesef gidişat başka yönde seyrediyor.

AİHM’nin ‘örgüt üyeliği’ suçu ve belediye eşbaşkanları ile ilgili de bir tespiti var değil mi?

Evet… Türkiye’deki mahkemelerin, örgüt üyeliği suçu için kullandığı ölçütlerin çok geniş ve istismara açık olduğunu tespit etmiş AİHM. Dolayısyla bu tespit, sadece HDP ve onunla ilgili bir siyasal tabanı değil, KHK’lilerden tutun da hukuk dışı yargısal bir pratik ve “iltisak” gibi ölçütlerle silahlı örgüt üyeliğinden ceza alan binlerce insanı ilgilendiriyor.

Görevden alınan, tutuklanan veya ceza alan hemen tüm belediye eşbaşkanlarının DTK veya subjektif “örgüt üyeliği” suçlamasına maruz kaldığını anımsarsanız yine tüm bunları da etkileyen bir karar olduğunu söylemek lazım. Neredeyse cezaevinde tutuklu bulunan tüm siyasetçileri ve gazetecileri kapsıyor.

Şimdi biraz geriye gidelim. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla birlikte tutuklanan milletvekillerine. AİHM usule uygun yargılama yapılmadığını mı belirtiyor? 

“Anayasa değiştirme usulünün istismar edilerek” dokunulmazlıkların kaldırıldığı tespitidir. Dokunulmazlığı kaldıran Anayasa değişikliğinin sadece muhalefeti, özelde HDP’yi hedef aldığını belirten AİHM, bu yargılamaların başından beri hukuka aykırı bir düzenleme ile başladığına işaret etmekte.

Keza yine, dokunulmazlık kalksa bile yasama sorumsuzluğunun baki kaldığını belirten AİHM, Anayasa’nın yasama sorumsuzluğunu düzenleyen 83. Maddesi’ne aykırı bir usul ile tüm yargılamaların yapıldığını belirtmektedir.

Dokunulmazlığı kaldırılan, yakalanan, tutuklanan, yargılanan, ceza alan tüm HDP ve muhalif milletvekillerini ilgilendiren hayati önemde bir tespit.

Özetle belirtmek gerekirse aslında, siyasal ve politik saikle yargısal lince maruz kalan tüm mağdur kesimini; toplumun bir ferdi olarak yok edilen siyasal ve yargısal sistem nedeniyle de hepimizi ilgilendiren tarihi öneme sahip bir karardan bahsediyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın şöyle sözü de var. ‘Karşı hamle geliştiririz’; mümkün mü? Peki bağlayıcı ve kesin olan bu karara hukuken bir yaptırım, karşı tez üretilebilir mi?

Size de çok garip gelmiyor mu bu tepkiler? Meseleden soyutlanıp üçüncü bir göz olarak bakınca, sanki başka bir devletle yaşanan siyasal bir mesele üzerine verilen tepki gibi geliyor: Yunanistan’a karşı adalar ile ilgili verilen siyasi bir cevap veya başka bir devlete başka bir husumet ile ilgili verilen bir cevap gibi. Oysa, burada ülke vatandaşı ve etkili bir siyasi muhalefet lideri ile ilgili verilen bir AİHM kararı var. Meselenin bu düzleme çekilerek tartışılması bilinçli bir tercih. Biz ve onlar; herkes bize düşman. Demirtaş ile ilgili verilen bu kararı dahi bu mindere çekip hem yandaşlar konsolide edilmekte, hem de “yerli ve milli muhalefet” arzusu doğrultusunda koordinat önerisinde bulunulmakta. Bu çiğ siyasal manevraları ifşa etmek, bu siyasal hamlelere karşı, gücünü haktan ve hukuktan alan siyasal mevzileri geliştirme dışında bir seçenek yok gibi.

İç hukuk yollarında tıkanan ve AİHM’e taşınan süreç hukuken nasıldı?

Etkin ve etkili bir iç hukuk olduğu halde hiç kimse bu uzun ve meşakatli yola başvurmaz tabi. Şu an bu kararı uygulamayan Cumhurbaşkanı’nın bile 3 kez kapısına gittiği AİHM, iç hukuktan sonuç alamamanın çaresizliğinin sonucu. Gönül ister ki her türlü adil tatmin seviyesine iç hukukta ulaşalım. Ama nerde… İçerde hukuk bırakmadılar.

Elbette ki, hemen en çok sorulan soru Demirtaş serbest bırakılır mı? Ama anladığımız serbest bırakılmaması için hukuken hiçbir neden yok, peki siyasi?

Elbette serbest bırakılacak. Hukuken serbest bırakılması gerektiği netleşti. Geriye siyasal mücadele kaldı. Önemli olan da bu değil mi? Tüm kazanımların anasıdır siyasal mücadele. Siyasi rehine, siyasal mücadele ile kurtarılabilir. Siyasal mücadele, hukuk yaratabildiği kadar başarılıdır. Bu mücadele ile sadece Demirtaş’ı değil, bu saikle tutsak edilen, mahkum edilen herkesi kurtarabilecek bir hukuk yaratmak lazım. Er veya geç bu hukuk yaratılacaktır.

Tekrar bir başka suçlamayla tutukluluk devam eder mi? O zaman iç hukuka Yargıtay’a, Anayasa Mahkemesi’ne gitmeden AİHM’e gidilir mi?

Bu karar, daha önce verilen “serbest bırakılma kararından sonraki” ikinci “serbest bırakılma kararı”. Her ikisi de AİHM’e ait karar. AİHM, bu kapalı devre sarmalı, yani yeniden siyasi hamleler, yeniden iç hukukun tüketilmesi ve yeniden önüne bireysel başvuru sarmalının önüne geçecek nihai bir karar veriyor. Dolayısıyla bu son karardan sonra, Demirtaş’a karşı geliştirilecek her türlü hamle, yine bu son kararın işaret ettiği saiklere dayanacağı gibi, bu son kararın himayesinden de yararlanacaktır. “Bu karar bizi bağlamaz” söylemi, aynı maddi olaylar üzerine yeniden dava açma, süren davalarda Demirtaş’a ceza verme vb tüm hamleler, bu kararın ön gördüğü ve baştan mahkum ettiği hamlelerdir. Bırakın yeniden iç hukuk, yeniden Anayasa Mahkemesi’ne başvurma zorunluluğunu; Bunlar, AİHM’e yeniden başvurmayı bile gerektirmez kanaatimce. Bu gelişmelerin, sadece Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bildirilmesi bile yeter.

Peki Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’na başvurmanız durumunda buna karşılık adım ve yaptırımlar ne olur?

Aslında bu saatten sonra bizim yapacaklarımız, olan biteni raporlayıp Avurupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne bildirmek olacak. Bakanlar Komitesi’nin harekete geçmesi illa bizim başvurumuz ile başlamayacak tabi. Statüsü gereği Komite, AİHM kararlarının taraf devletlerce yerine getirilip getirilmediğini takip etmek ve bunu uygulamakla yükümlü. Sanıldığının aksine Bakanlar Komitesi önündeki süreç aslında çoktan başlamış durumda. Tabi içerde bütün dosyaları elbette eskisinden daha iyi bir motivasyonla yüzlerce meslektaşımla takip edeceğiz.

Türkiye karara uymazsa? AB toplanacak, orada Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bir yaptırım uygulayabilir mi? Türkiye nasıl bir süreç ile karşı karşıya kalır?

Zor ve telafisi imkansız bir süreç olacağı muhakkak. Kesin ve bağlayıcı AİHM kararına uymamanın yaptırımı çeşitlilik arz edebiliyor. Kınama, değişik doz ve ağırlıkta yaptırım, üyeliğin askıya alınması ve en nihayetinde Konsey’den atılmaya kadar gidebilecek geniş bir yaptırım yelpazesine tabi tutulabilir. Bana göre bunlardan daha önemlisi, yüzünü batıya dönen, batı değerleri ile bütün siyasi ve hukuki kurumsallaşmasını sağlamaya çalışan 85 milyonluk ve 100 yıllık bir Cumhuriyetin eksen kaymasına sebep olma kötülüğüdür. Kimse size bir şey yapmasa bile, sizin kendinize yaptığınız bu kötülük galiba en büyük yaptırım. Buna müsaade etmemek lazım.

Bu davalar hukuken çöp

Selahattin Demirtaş hakkında kaç dosya, kaç dava, kaç beraat var?

İnanın siyasi iktidar ve onun güdümündeki yargısal pratik bu sorunuza bir cevap vermemi çok güçleştiriyor. Demirtaş’ın davaları ile ilgili sayısal veriler, borsa gibi çok değişken; bazen artıyor, bazen eksiliyor:)

Neye göre, nasıl? Bir tarafı borsa bir tarafı torba mı?

Tam da torba. Şöyle; 96 adet fezleke ile yola çıkmıştık. Bunların 33’ü ile ilgili hiç dava açılmadı. Dava açmayı erteleme kararları verdiler. Dönem itibariyle çıkan bir yasanın zorunlu sonucuydu bu tabi.

Geri kalan fezlekelerin 31 tanesini tek dosyada birleştirip tek iddianameyle dava açtılar. Ana dosya dediğimiz bu. Kalan 32 adet fezlekeyi de 32 dava olarak açtılar. Fakat sürekli yeni dava açılması, yeni açılanların eskisiyle birleşmesi, eskilerin kendi içinde birleşmesi ve nadiren de olsa ayrılması nedeniyle, bugün itibariyle 9 adet dava sürüyor görünmekte. Görünmekte diyorum, çünkü aslında, içinde 60’ı aşkın davayı barındıran tam da torba dosyalar bunlar.

Ee şimdi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ‘Kobani soruşturması’ kapsamında aralarında HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da olduğu 108 kişi hakkında iddianame hazırladı. İşte kesin karardan sonra bu yaşananları hukuken nereye oturtacağız?

Çöpe!!! Evet, çöp dışında oturtabileceğimiz, atabileceğimiz bir yer yok. Bunlar hukuksal işlemler değil, bugüne kadar yapılanlar ne kadar hukuk dışı işlemler ise (AİHM kararını anımsayın), bundan sonrakiler misli ile hukuk dışı hamleler. Bu bir acziyet, çaresizlik. Bunu yapanlar da bunun farkında. Bu saatten sonra ne yapılırsa yapılsın, AİHM kararı ile “takke düştü kel göründü” demek lazım..