Siirt’te İpek Er’e tecavüz ettikten sonra intihara sürükleyerek yaşamını yitirmesine neden olan uzman çavuş Musa Orhan’ın görülen duruşmasında mahkeme, “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezası verdi. “Geleceği üzerinde olumsuz etki yaratabileceği” ve tüm duruşmalara düzenli katıldığı öne sürülerek faile, “iyi hal” indirimi uygulayan heyet, cezayı 10 yıla düşürdü. Ayrıca tecavüz failinin kaçma şüphesi bulunmadığı gerekçesiyle adli tedbir hükümleri uygulanarak tutuksuz yargılanmasına karar verildi. 

Davayı takip eden ve savunma avukatlarından olan Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu üyesi avukat Hatice Demir, dava dosyasında yaşananları ve faile verilen cezayı değerlendirdi.

‘Susma hakkını savunma haline getirdi’

Hatice, Musa Orhan’ın duruşmaya getirilmeyerek SEGBİS ile katılmasının yargının dosyada üniformalı bir erkek failin işlediği suçun cezasız bırakma saikıyla hareket ettiğinin göstergesi olduğunu söyledi. Türkiye’de özellikle üniformalı şiddete karşı cezasızlık politikasının yaygın olduğunu belirten Hatice, bunun birçok dosyada görünür olduğunu kaydetti. Hatice, “Yine tam da bu ideolojiden kaynaklı bütün yargılama koşulları sanığı korumak üzerinden oluşturuldu. Sanık evrensel bir hak olan ‘susma hakkına’ sığındı. Tabi ki ‘susma hakkı’ bir kazanımdır ve buna biz hukukçular ve hak savunucuları saygı duyuyoruz. Ancak Musa Orhan susma hakkını bir savunma stratejisi haline getirdi. Fakat tamamıyla bu hakkı kullandığını da söyleyemeyiz. Çünkü bir taraftan susma hakkını kullandı diğer taraftan da eski beyanlarını tekrar ettiğini,  suçu işlemediğini ve beraatını istediğini söyledi. Filin soruşturma esnasında üç farklı ifadesi vardı ve bu ifadeler birbiriyle çelişen ifadelerdi. Bu ifadeler dosyadaki delillerle uyuşmuyordu. Dolayısıyla kendisini suçtan kurtarmaya dönük bir taktik olarak ‘susma hakkını’ kullandı” dedi.

‘Failin yerine konuşan erkekler oldu’

Failin susma hakkı arkasına sığındığını dile getiren Hatice, “Fail sustu da ne oldu? Onun yerine konuşan çok erkek gördük. Yani avukatlarının cinsiyetçi savunmaları ve saldırgan tutumları kendilerini faille özdeşleştirecek düzeye gelmeleri çok ciddi bir problemdi. Yine mahkemenin bütün bunlara toleranslı olması çok büyük bir sorundu. Bütün bu süreçlerin kendisi failin korunmasına hizmet eden taktikler olarak karşımıza çıktı” sözlerine yer verdi.  

‘ATK raporu uzman görüşünden uzaktı’

Mahkemede sunulan ATK raporunun tarafsız olmadığını söyleyen avukatların savunmasına değinen Hatice, “Cinsel saldırının maddi bulguları açısından tespit yapılmış ve bizim için önemli bir delildi. Bu delil aynı zamanda İpek’in beyanlarını, şikâyetlerini ve dosyadaki diğer delilleri de destekliyordu. İpek’in beyanının tutarlılığını da ortaya koyuyordu. Hazırlanan ATK raporu mahkemede dinletildi. Ancak raporu hazırlayan bir uzman görüşü değildi. Uzman görüşü bilimsel bir görüş sunmaktan öte mesleki sınırlarını aşarak İpek’i muayene etme aşamasına ilişkin duygu ve düşüncelerini açıkladı. Bizim buna itirazımız vardı çünkü İpek’in ifadesini destekler nitelikte olmasına rağmen bunun hissiyatlarla çürütülemediğini ifade etmiştik. Tam da buna itirazımızı delillendirmek açısından çok önemli iki uzman görüşü dosyaya sunduk” şeklinde konuştu.

‘İki uzman görüşü sunduk’

Mahkemeye sundukları görüşleri açıklayan Hatice, ilk görüşün “Adli Tıp Uzmanları Derneği Raporu” olduğunu ve bu raporda adli tıp uzmanı olarak dinlenen kişinin adli tıp bilimsel bilgisiyle uyumlu olup olmadığının tespitinin olması gerektiğine vurgu yaptı. Hatice, “Dosyada mevcut tıbbi belgeler ile cinsel saldırı yakınması olan İpek Er’in yaşadığı travma sonucu intiharı ve maruz bırakıldığı suç nedeniyle olup olmadığının tespiti; yine İpek Er’in cinsel şiddete maruz bırakıldığının dosyadaki delillerle desteklendiği yönünde bir görüştü. İpek’in beyanlarının adli tıp bulgularıyla da desteklendiği bir bilimsel mütalaaydı. Bunu mahkemeye sunduk bunun ceza almasında çok etkili olduğunu düşünüyoruz. Bir diğer sunduğumuz rapor ise hukuki bir rapordu. Profesör Doktor Türkan Yalçın ve Doçent Doktor Eylem Ümit Atılgan adlı öğretim üyelerinin hazırladığı bir rapordu. Cinsel saldırı suçunun ‘rıza’ kavramını tartışmaya alan bir rapordu. Çünkü bildiğimiz gibi cinsel saldırı suçlarında karşılaştığımı iki strateji var. Bir inkâr iki rıza kavramına sığınması… Fail zaten inkâr etti ama dosyadaki bulgular da bu cinsel saldırının gerçekleştiğini söylüyordu. Bu defa da kendisi susarak avukatlarını konuşturuyordu. Avukatları da burada rıza kavramını tartıştı. Bu bilimsel görüş bize aslında sanığın tüm aşamalarda çelişkili beyanlarda bulunduğunu, bu çelişkiler dosyadaki delillerle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla failin yalan söylediğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

 ‘İki raporda İpek’in beyanlarının tutarlı olduğunu gösterdi’

Hatice, iki raporda da İpek Er’in tüm aşamalardaki ısrarı ve birbiriyle tutarlı olan ifadelerinin, faille geçmişe dayanan bir husumeti olmadığı ve ona iftira atacak bir gerekçesinin olmadığını gösterdiğini söyledi. Hatice ayrıca raporda İpek’in çok ağır travma yaşadığı, bu travmanın izlerinin mektubunda görünüyor olduğu, yine bu travma nedeniyle hayatına son verdiği, kendisi açısından da toplumsal olarak yargılanmasına sebep olabilecek meseleler olduğu, samimi beyanlarda bulunmasının aslında İpek’in tüm aşamalarda ki beyanlarının tutarlı olduğunu ve ona inanılması gerektiği yer aldığını ifade etti. Hatice, iki raporun savunma açısından çok önemli olduğunu ve ceza verilmesinde de etkili olduğunu düşündükleri vurgusunda bulundu.  

Hatice konuşmasının devamında şu ifadelere yer verdi:

Yargılama boyunca aslında yargının ve devletin diğer birimlerin faili koruma refleksiyle hareket ettiğini gördük. Çünkü maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını istemediler. Hem bir erkek hem de bir devlet ittifakının olduğu ve bütün o ittifakların buluştuğu bir dosya olduğunu söyleyebiliriz. Dosyadaki delillere rağmen başından itibaren fail tutuksuz yargılandı. Hiçbir duruşmaya getirilmemesinin yanı sıra dosyada önemli delil durumu olan tanıklarla SEGBİS’le beraber dinlendi ve o tanıklara etki etmesine izin verildi. Çünkü tanıklar failin arkadaşıydı. Bunun olanağı yaratılarak faili bizim gündemimizden kaçırdılar.

Basının haber yapma özgürlüğü elinden aldı

Türkiye yargı sistemi açısından bir ilki yaşadığımız bir karar duruşması oldu. Hem biz, hem taraf avukatları hem de hak savunucuları duruşmaya girdikten sonra sinyal kesici cihazlarla hepimizin telefon ve internetimize erişimimiz engellendi. Dolayısıyla dosya kamuoyundan kaçırıldı ve bizim haberleşme özgürlüğümüz ve basının haber yapma özgürlüğü elinden alındı. Bir bütün olarak bunların faili korumaya yönelik olduğu tutuksuzluk durumunun devamına ve cezanın en alt hadden indirimin uygulanması da cezasızlık politikasının bir tezahürü olduğunu görmüş olduk.

 En az cezaya hükmedildi ve tutuksuz yargılandı

Fail en başından itibaren İpek Er üzerinde statüsünü kullanarak bir baskı kuruyor. Bu dosyada İpek’in beyanlarıyla ortaya çıkıyor. İpek kendisine ‘hayır’ demesine rağmen cinsel saldırıyı gerçekleştiriyor. İpek’in direncini kırmak için zorla alkol içirtiyor. İpek onu şikâyet edeceğini ve ailesine söyleyeceğini belirttiği zaman, ‘ben uzman çavuşum. Ben üniformalıyım ve devlet adamıyım’ diyerek İpek’e silah göstererek tehdit ediyor. Bunlar aslında kamu gücünü kullanarak ve devletin ona görevinden dolayı teslim ettiği silahı da kullanarak bu suçu daha kolay işlediğini görüyoruz. Bu nedenle biz de sadece cinsel saldırıdan ceza veremeyeceklerini, aynı zamanda bu cinsel saldırıyı mağduru kendini savunamayacak bir hale getirerek yaptığı için nitelikli halden ceza verilmesini ve kamu görevinin vermiş olduğu gücü kullanarak aldığı o cesaretle suçu işlediğinden nitelikli halden ceza verilmesi gerektiğini belirttik. Fakat mahkeme bunu reddetti ve fail için olabilecek en az cezaya hükmederek tutuksuz halinin devamına karar vermiş oldu.

Bu kararın politik karar olduğunun farkındayız

Tüm yaşananlara rağmen bu mücadele bitmedi. İpek aslında bu dünyadan göçüp giderken ölü bedeniyle onun adaletinin arayışının yükünü ve sorumluluğunu bize bıraktı. Bu sorumluluk kuşkusuz sadece bizim sorumluluğumuz değil. Mahkemelerin ve devletin de sorumluluğudur. Ama devlet bu sorumluluğu bir Kürt genç kadın hayatını kaybettiği için özellikle yerine getirmek istemiyor. Bunun gayet politik olduğunun farkında olarak dosyayı başından beri sivil toplum örgütleri ve baro kadın hakları merkezleri olarak sahiplendik. Ve şuna çok inanıyoruz bu örgütlü sahiplenme, örgütlü mücadele kadınlar arasında olan dayanışma olmasaydı bu dosya cezasızlıkla kapatılmak istenilecekti. Belki de kamu davası bile açılmayacaktı.

Kadınlar olarak kolektif bir emekle bu mücadeleyi sürdüreceğiz

Bu dosya feminist hukukçuların ve kadın hakları savunucularının büyük katkılarıyla ve sunulan uzman görüşleriyle maddi gerçeğin bir nebze de olsa açığa çıkması bizim açımızdan önemli bir karar oldu. Çünkü devlet veya üniformalı şiddetinin cezalandırılmasına bu topraklarda çok tanıklık etmiyoruz. Bizim için bu mücadele bitmedi. Bu aşamadan itibaren bizim bu dosyaya itirazlarımız olacak, hukuki süreçlere ilişkin öncelikle eksik ceza verilmesi nedeniyle itiraz edeceğiz. İkinci aşamamız da ise en alt sınırdan cezanın verilmesi ve iyi halden indirimin uygulamasına itiraz edeceğiz. Tutuklama talebimizin reddine itiraz edeceğiz. Çünkü bu dosyada tutuklamanın bütün koşulları oluşmuş durumda. Cinsel saldırı suçu ve katalog suçlar dediğimiz ağır suçlardan ki nihayetinde mahkeme de bu suçun oluştuğuna artık ikna olmak zorunda kaldığı için ceza vermek dışında bir çıkış bulamadı. Bütün bunlar ortadayken tutuklamanın gerektiğini ifade edeceğiz. Kadınlar olarak kolektif bir emekle bu mücadeleyi sürdüreceğiz.”