Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte 2017’de kurulan yeni kabinede Adalet Bakanı yapılan Abdülhamit Gül, yine AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan tarafından görevden alındı ve yerine Bekir Bozdağ atandı. Gül’ün görevden alınmasının perde arkasında Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın koordinasyonunda olduğu ileri sürülen İstanbul Grubu’nun adı zikredilirken, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP’nin de Gül’den rahatsız oldukları biliniyor. Tartışmaların dışına çıkan 29 yıllık hakim ve Yargıçlar Sendikası eski Başkanı Avukat Mustafa Karadağ, görevden alma ve atamanın “Sarayın konjonktürüne” uygun olduğunu söyledi. Bu tür görev değişimlerin asıl amacının gündem değiştirmek olduğunu belirten Karadağ, yargıda gelinen durum karşısında asıl odaklanılması gerekenin toplumsal muhalefeti güçlendirmek olduğunu vurguladı.

Gül’ün istifası ve perde arkasına dair merak edilenleri Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.

Abdülhamit Gül’ün durumunu mevcut siyasi koşulları da göz önünde bulundurduğunuzda nasıl değerlendirirsiniz?

Bu bir istifa değil talimatlı bir istifa. Burada şunu düşünmek lazım; asıl idare eden kimdir? Bakanların bir politika geliştirme yetkileri, görevleri var mı? Olmadığına göre bu bir görevden almadır. Cumhurbaşkanı, artık Abdülhamit Gül’le yürüyemeyeceğini düşünmüş ve görevden aldı. Yerine de daha düşük profilli bir zat, eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı görevlendirdi. Bozdağ’ın önceki işlemleri de biliniyor. Burada bir istifadan bahsedilmesini doğru bulmuyorum. Erdoğan, kendi idare şekline göre, o andaki konjonktüre göre davranıyor.

Bahsettiğiniz konjonktür nedir?

Saray’ın konjonktürü. Halkın konjonktürü ya da toplumsal gerçek siyasi konjonktürü değil. Cumhurbaşkanı bir tasarrufta bulunuyor biz konuşuyoruz. İşin aslı bu. Bu konjonktür tamamen Cumhurbaşkanı’nın halet-i-ruhiyesiyle ilgili. 

Saray’ın konjonktürü. Halkın konjonktürü ya da toplumsal gerçek siyasi konjonktürü değil. Cumhurbaşkanı bir tasarrufta bulunuyor biz konuşuyoruz. İşin aslı bu. Bu konjonktür tamamen Cumhurbaşkanı’nın halet-i-ruhiyesiyle ilgili. Artı yapmak istediklerine ne kadar yakınlaşıyor ya da canını sıkan bir söz mesela. Bakanların, esaslı bir siyaset yapma yetkileri yok. Bu nedenle ‘bir bakanın siyasetten ayrı düşmesi nedeniyle’ diye bir şey yok. Şuandaki kabinede Cumhurbaşkanı’nın iradesi dışında söz söyleyebilecek, politika geliştirebilecek hiç kimse yok. Bu iktidarın en iyi yaptığı şey mitomani. Kendi söyledikleri yalana öyle inanıyorlar ki Erdoğan da bu şekilde davranıyor. Konuştuklarının reel siyasetle ya da bizim gördüğümüz toplumdaki gerçeklikle bir ilgisi olmadığını biliyoruz. En basit deyimiyle, hiçbir polemiğe girilmeden aka kara karaya da ak denildiğini biliyoruz. Bu konjonktür de bizim anladığımız anlamdaki bir siyasi konjonktür olmuyor. Tamamen sarayın kendi içindeki konjonktürü. Rahatsız olup olmama hali. Adalet Bakanı en son Sedef Kabaş olayında direk taraf oldu ve yargıya talimat verdi. Bundan iyisi olur mu? Ama olmadı. Çünkü Gül’ün genel olarak söylediği iyileştirme, daha demokratik haklara ilişkin söylemleri, Cumhurbaşkanı’nı rahatsız etti bence. Ama Cumhurbaşkanı da biliyor ki kendisi istemediği sürece Adalet Bakanı kim olursa olsun başka bir şey olmayacak.

Abdülhamit Gül ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasındaki bir yıl önceye dayanan ve devam eden tartışmalar biliniyor.  Gül’ün görevden alınması güçler arası kavga olarak yorumlanabilir mi? Soylu’nun bu görev değişimindeki etkisi nedir?

Tabii ki son bir iki yıldır yaşanılan kişisel çekişmeler, Soylu’nun annesine hakaret eden kişinin tutuklanmamasından şikayeti, Adalet Bakanı’nın ‘kimse bize tutuklama sipariş edemez’ sözleri bu ikilinin arasında bir sorun olduğunu gösteriyor. Ama her şeyi ‘idare etme’ bakımından düşünüyoruz. Soylu’nun, daha baskıcı, otoriter yönetimden yana olduğu belli. Kendisi de bunu saklamıyor zaten. Ama iki kişiyi kıyaslarken dönemleri aklamak gerekmiyor. Eskiden de öyleydi ama sözler farklıydı. Ne söylenirse söylensin aynı şey devam ediyordu. Baskıcı, otokrat bir sistem var. Bugün Cumhurbaşkanı’na, iktidara hiçbir şey söyleyemezsiniz, en küçük şekilde bile eleştiremezsiniz. İnsanların başına gelmedik kalmaz. Cumhurbaşkanı bir konuşmasında, ‘hakkımda açılan dava yok’ demişti. Doğru, Cumhurbaşkanı’nın açtırdığı davalar var. Evet, bir sorun olduğu görülüyor. Burada Soylu’nun galip çıktığı da görünüyor. Ama asıl sorunun bu olduğunu düşünmüyorum.

 Nedir asıl sorun? Bu tür durumlarda neye odaklanmak gerekiyor?

Pelikan Grubu Cumhurbaşkanı’nın avukatlarının aktif olduğu bir grup. İstanbul Grubu da deniliyor. Kararnameleri ayarladıkları, müdahale ettikleri söyleniyor. 

İkisi arasındaki sorunu tartışmaya odaklanmamalıyız. Bizim gündemimizi farklılaştırıyorlar. Yapmamız gereken üretilen siyasetin ne olduğu, bize nasıl yansıdığını tartışmak. Buna karşı tedbirler almalı ya da kendimize bir yol çizmeliyiz. İktidarın kendi içindeki ‘oynaşmaları’ bizi o kadar ilgilendirmemeli. Burada tamamen toplumsal bir reaksiyona ihtiyaç var.

Gül’ün ayrıca Cumhurbaşkanlığı’na yakınlığıyla bilinen hukukçuların ve Pelikan grubu olarak adlandırılan grubun İstanbul’da kendi başına hareket etmelerine yönelik rahatsızlığı kimi zaman kulislere yansıdı. Siz de “Pelikan grubu”ndan bahsettiğiniz için hakkınızda dava açıldı. Nedir bu Pelikan grubu ve yargıya nasıl müdahale edebiliyorlar, Gül’ün istifasında nasıl bir etkisi olabilir?

Süleyman Soylu’dan daha çok asıl Pelikan Grubuyla ilişkilendirilebilir bu. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın avukatlarının aktif olduğu bir grup. İstanbul Grubu da deniliyor. Kararnameleri ayarladıkları, müdahale ettikleri söyleniyor. Hatta en son Yargıtay ve Danıştay üyeleri seçiminde listenin akşamüstü geldiğini ve ertesi sabah da yarım saat sürmeyen bir müzakerenin sonunda 15 Yargıtay ve Danıştay üyesinin atandığını gördük. Peki, bu listeyi kim düzenledi? Asıl mesele bu. Pelikan Grubunda Cumhurbaşkanı avukatlarının da olması sebebiyle Cumhurbaşkanı üzerinde etkileri var. Abdülhamit Gül bakan olduğu zamanda da HSK Genel Sekreteri’nin görevden ayrılması, HSK Teftiş Kurulu Başkanı’nın ayrılması gibi şeyler oldu. Yargı, iktidar için gerçekten çok önemli. Bunu biz, 2006-2007 yıllardan beri Gülen Cemaati’yle olan işbirliği, yargıyı, emniyeti etkileme, yönlendirme, delil üretmelerin hepsini gördük. İktidar da bunu gördü. Yargı, şu anda iktidarın vazgeçemediği bir şey. Bu nedenle üstünde çok duruyorlar.

Gül’ün görev süresindeki uygulamaları da tartışmalı. Parti kapatma davası, insan hakları, insan kaçırmalar, işkence vb. birçok şey yaşandı. Ancak Soylu’nun güvenlikçi politikalarından da rahatsızlığını kimi zaman dile getirdi. Gül’ü istifaya götüren süreçte rahatsız olduğu konular neler olmuş olabilir?

Eğer Gül’ün söylediği şeyler olsaydı Aysel Tuğluk’un çoktan tahliye edilmiş olması lazımdı. Osman Kavala’nın, Demirtaş’ın tahliye edilmiş olması lazımdı. ÇHD’li avukatlar hala tutuklu. YARSAV eski Başkanı Murat Arslan, şuan hiçbir delil olmadan hükümlü ama YARSAV hakkında bir soruşturma yok, sadece para eden mallarına el konuldu.   

Reelde hiç öyle bir rahatsızlık görmedim. Ama sözlerde vardı. Sözleri duyduğumuz zaman ‘keşke gerçek olsa’ diyorduk. Ama gerçeklikte hiçbiri gerçekleşmedi. Aksine daha da sertleşti. Sulh Ceza Hakimlikleri kuruldu. Gül’ün sözlerine değer versek bunların değişmesi lazımdı. Tutuklama, cezalandırma hallerinin, delillerin, dünya kadar cemaatle ilgisi olmayan insanlar var. Bunların düzelmesi lazımdı. Gül, HSK başkanıydı. Peki bu Anayasa Mahkemesi, AİHM kararlarını uygulamayan hakimler ve savcılar hakkında herhangi bir soruşturma açıldı mı? HSK başkanı olarak resen soruşturma açabilirdi. ‘Olur mu öyle şey’ diyordu. ‘AYM ve AİHM kararlarına uyulmalı, rehberimiz hukuktur’ diyordu.  Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Bu 5 yıl içinde demokrasiye işlevsellik kazandırılıyor gibi bir şey görmedik. 2000 öncesinde iktidarın yumuşamasına göre yargı da yumuşardı. İktidar sertleşirdi yargı da sertleşirdi. Ama burada öyle bir şey görmedik. Çünkü Adalet Bakanı’nın bir politika üretme ya da gerçekten HSK başkanı olması nedeniyle iş işlem yapma gücü yok. Burada yine İstanbul grubu gibi şeyler görüyoruz. Onlar Adalet Bakanı’ndan daha yetkililer. Abdülhamit Gül de defalarca bu rahatsızlığını dile getirdi.

Eğer Gül’ün söylediği şeyler olsaydı Aysel Tuğluk’un çoktan tahliye edilmiş olması lazımdı. Osman Kavala’nın, Demirtaş’ın tahliye edilmiş olması lazımdı. ÇHD’li avukatlar hala tutuklu.  Yargıçlar ve Savcılar Birliği'nin (YARSAV) eski Başkanı Murat Arslan, Erdoğan’ın ‘ya bu YARSAV’ı cezalandırmak lazım’ cümlesinden sonra şuan hiçbir delil olmadan hükümlü ama YARSAV hakkında bir soruşturma yok sadece para eden mallarına el konuldu.   

Adalet Bakanı’nın istifası ayrıca “iktidarın yönetememe hali”, “kötü gidişat iktidar bloğunu dağıtıyor” yorumlarını da beraberinde getirdi. Bu yorumlar bağlamında iktidarın yönetememe halinin görev değişiminde, yargının durumu üzerinde nasıl bir etkisinden bahsedebilirsiniz?

“İktidarın yönetememe hali” kavramını yıllardır duyuyoruz. Bana kalırsa Cumhurbaşkanı kendi sürecini gayet iyi yönetiyor. Kendi söylediği yalana inanıp ona göre davranıyor. Zaten her şeyi yalanların üzerinde kuruyorlar.  Yönetememe hali bizim bakımımızdan olabilir ama zaten iktidarın insanlar gibi bir derdi yok ki. TL’ye geçiyoruz diyorlar. Ama hala 5’li müteahhit grubunun parası dolarla ödeniyor. Herkesin parası dolarda ya da iktidar mensuplarının paralarının nerede olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle yönetememe halini, biraz muhalefetin muhalefet edememe hali olarak görüyorum. Son bir yılda muhalefet gerçekten iyi şeyler yapıyor. Ama her durumu ‘yönetememe hali’ olarak yorumlamak doğru değil. O zaman bu iktidar neredeyse 10 yıldır yönetemiyor. 10 yıldır her gün gerici, baskıcı, otokratik bir siyasetle gayet de iyi yönetiyorlar. Kimseyi dinlemiyorlar, kaale almıyorlar…

 O zaman soruyu bir de tersten soralım. Muhalefetin muhalefet edememe halinin yargının bu noktaya gelmesindeki rolü nedir?

 HSK iktidarın eline geçti. O dönem HSK’de nasıl bir muhalefet geliştirildi bilmiyoruz. Çünkü olmadı. Şimdi de ne CHP ne de İYİ Parti HSK’nin yaptığı işlere itiraz edemez. Çünkü hakları yok. Siz gönderdiniz. CHP ve İYİ Parti’nin muhalefeti var mı yok. Muhalefetin ciddi kusurları var.

Ben yargıyı bilirim, yaşadım. Bu nedenle şunu net söyleyebilirim; muhalefetin çok suçu var. Yargıyı AKP’ye teslim eden yapı muhalefettir. Nasıl ki 2010’da solcular, demokratlar ‘yetmez ama evet’ dediler, 2014'te de ‘Yargıda Birlik Platformu’ kurdular. Bunun içine Aleviler, solcular, ülkücüler, sosyal demokratlar, muhafazakârlar vardı. Bunu kendileri de söylüyordu. Sonra ne oldu, her görüşün ayrı bir temsilcisi oldu. Şimdi CHP’nin ayrı bir temsilcisi, İYİ Parti’nin iki temsilcisi var. Peki, itiraz var mı, yok. Pazarlıkla belirlendi bu üyeler. Böylece iş kuraya kalmadı. Giden üyelerden MHP temsilcisi de istifa etti. Menfaat çatışmasından, yoksa yargı bağımsızlığına ilişkin bir kavgadan değil. İstifa onayı da Devlet Bahçeli’den alındı. Bunda hiçbir abes görünmedi, açıkladı birlikte fotoğraf verdiler. Muhalefet bunları bile bile 2014’teki yargıda birlik platformunu destekledi, sonra ne oldu HSK iktidarın eline geçti. O dönem HSK’de nasıl bir muhalefet geliştirildi bilmiyoruz. Çünkü olmadı. Şimdi de ne CHP ne de İYİ Parti HSK’nin yaptığı işlere itiraz edemez. Çünkü hakları yok. Siz gönderdiniz. Gönderdiğiniz insanlar, Yargıtay ve Danıştay üyesi seçiliyor. Hepsinin liyakatsiz olduğu söyleniyor. Peki, CHP ve İYİ Parti’nin muhalefeti var mı yok. Muhalefetin ciddi kusurları var.

Bu nedenle çok umutlu değilim. İktidar değişse bile yargı sorununun çözülebileceğine çok inanmıyorum. Gerçekten biraz radikal davranmak gerekiyor. Son 5 yılda 14 bin hakim savcı atanmış. Bunların içinde birçok AKP ilçe başkanı, teşkilatlarda çalışan, yönetim kurulu üyeleri var. AKP üyeliğini hiç söylemiyoruz bile.  MHP’nin yine aynı şekilde. Bunlar partili hakimler savcılar. Bunların tasfiye edilmesi lazım. Muhalefetin iradesini ortaya koyması lazım. Kılıçdaroğlu, bürokratlara çağrı yapıyor aynı şeyi HSK’ya da yapsınlar.  Hakim savcı sınavlarında son 5 yılda AKP binalarında ön mülakat kuruldu. O mülakatları geçemeyenler asla hakim savcı olamadılar. Adaylara ‘referansın yeterli değil, git referans bul’ denildi. Yapılan her şey yanlış ama tek tek insanlardan kahramanlık bekleyemezsiniz. Bu anlamda muhalefet gerçekten tepkisini olumlu ve zamanında dile getirebilseydi toplumla bunu paylaşabilseydi belki bu noktaya gelmezdi.

Bekir Bozdağ'ın atanmasıyla yargıda nasıl bir dönem bekleniyor?

Yargıda şu andan olduğundan başka bir değişim olmaz. Belki bakan yardımcıları değişebilir. Zaten kötü bir dönemdeyiz. Bundan daha kötü olabilir mi? Cumhurbaşkanı caminin içinde siyaset yapıyor. Dokunulmazlığı var ama memlekete bir savcı olsa bunu not eder. Ya da diğer siyaset temsilcileri hakkında bir soruşturma başlatır. Muhalefet için en ufak bir şeyde fezlekeler düzenlenirken, Orman Bakanı’nın dünya kadar ihmali oldu, Ticaret Bakanı kendi şirketinden bakanlığına mal sattı. Kirliliğin girmediği hiçbir yer kalmadı. Bunların hepsi de yargıyla oluyor. Hali hazırda partili hakim savcıları da doldurdular. Bu iktidar yargıdan vazgeçemez. Çünkü iktidarını yargı eliyle yürütüyor artık. Eleştirenler ‘cumhurbaşkanına hakaretten’ tutuklanıyor. 10 yaşındaki çocuğa mitingde slogan attırırsınız. Bu resmen çocuk istismarıdır. Memlekette bir savcı olsa şu anda Çocuk Koruma Yasasına göre o çocuğun sağlık ve eğitim tedbiri altına alınması lazım. 10 yaşındaki bir çocuk bu lafları edebiliyorsa bir sorun vardır. 10 yaşındaki bir çocuğun kelime haznesinde bu laflar olmaz. Bunlardan kurtulabilmek için yargıdan vazgeçmemek lazım. Eğer demokratik iklim yaratamıyorsanız o zaman yargı her iktidara lazım.

Abdülhamit Gül’ün alınması ve yerine Bekir Bozdağ’ın getirilmesinde bir cemaat tartışmasının da olduğu söylenebilir. Gül’ün ‘tasfiye ettiğimiz yapının yöntemleriyle, onlarla mücadele edemeyiz’ sözlerinin de etkisi olmuş olabilir. Bekir Bozdağ’ın itiraz etme yeteneği yok. Cumhurbaşkanı ne derse o olur. Aksine laf da söylemez ama yeri geldiğinde Fethullah Gülen’i de över. Zaten övmesiyle meşhurdur. Seçimler geliyor, cemaatle bir barışma söz konusu olabilir. Belki Bekir Bozdağ'ı bunun için daha anlamlı bir bakan olarak düşündüler. Çünkü Gülen cemaatinin davaları var. Çok mahkumiyet ve ihraç var. Bu nedenle Bekir Bozdağ’ı daha uygun bir enstrüman olarak değerlendirilebilir.

Yargıdaki müdahaleciliğe dikkati çektiniz. Siz de Temmuz 2017’de 29 yargıçlık mesleğinizi “emek, hak, eşitlik ve özgürlük temelli demokrasi mücadelesine yeterince katkıda bulunma koşullarımın elimden alınmaya kalkışılması nedeniyle meslekten ayrılmak zorunda kaldım” ifadeleriyle bıraktınız.  O günden bugüne yargı alanındaki müdahaleler ne boyutta?

Bu durum da siyasetle düzelecek. Yani hakimlerden bekleyemezsiniz, bir miktarını yapacaklar ama genel etki siyasetten, toplumsal tepkiden olacak. Siyasi partilerin bir uzlaşıya girmesi lazım bu konuda. Ortak tavır alabilmesi lazım.  

Her şey daha da kötüye gidiyor. Örneğin Akçakale hakimi bir savcının eğitime alınmasını istediği için şu an açıkta. Artık tahammül edilemeyen hatalar, tükenmişlik sendromu yaşatıyor hakimlere, savcılara, insanlara. Bir meslektaşınız hata yapıyor sürekli ve artık tahammül edemiyorsunuz. Ama hata yapan göreve devam ediyor. Eleştiren açıkta. İktidarın talebine göre karar vermeyen yargıçların hemen mahkemeleri değiştiriliyor. Kobanê, Kavala davasında hep aynı durum. Bu nedenle yargının durumunun daha iyiye gittiğine dair hiçbir fikrim yok.  Bu durum da siyasetle düzelecek. Yani hakimlerden bekleyemezsiniz, bir miktarını yapacaklar ama genel etki siyasetten, toplumsal tepkiden olacak. Siyasi partilerin bir uzlaşıya girmesi lazım bu konuda. Ortak tavır alabilmesi lazım.  Yargı elden gidecek diyoruz ama aslında çoktan gitti. Şu anda bağımsız, tarafsız bir yargı yok.

Müdahalelerden kurtulmanın, bağımsız bir şekilde hukuk ve insan haklarına uygun yargı için yol ve yöntem nedir?

Yol ve yöntemi, zararın neresinden dönersen kardır yöntemiyle olabilir. Çünkü gittikçe daha çok zorlaşıyor. Hukuk içinde bazı işleri çözmek de zor oluyor. Örneğin;  hakimler, sanırım kopya çektiği iddia edilen 167 hakim adayının 37’si hakkında kopya çektikleri gerekçesiyle ihraç edildiler. Peki diğer kopyacılara ne oldu. Örneğin AKP ilçe başkanı olanlar, belediye meclisi olanlar hala görevde. Bu iktidar ‘Yüksek Mahkeme Üyeliklerinden Azil Yasası’ çıkardı. Bu yasa Anayasa’ya aykırı. Ama muhalefet, yüksek mahkemelerin üye sayısının artı bir miktar artırılmasından ‘bizim istediklerimizin de yeniden üyeliğe seçilmesinin temini bakımından’ sesini çıkarmadı. Oysa bunların tasfiyesi lazım. Böyle bir yasa olamaz şeklinde açıklama yaptığım için sendika başkanı olarak hakkımda soruşturma başlatıldı. Anayasa’ya aykırı işlem yapılıyor, kimse sesini çıkarmıyor. Yasada engel var, hakim savcılar bir siyasal partiye üye olamazlar, üye oldukları anda meslekle ilişkileri kesilir. Biz partilileri alıyoruz. Seçim yasasında hüküm var, siyasi partilere aday olanlar mesleğe geri dönemezler, döndüler. Bu kadar hukuksuzluğu, istismarı çözmenin mutlaka bir yöntemi olmalı ama bunu uzun ve ağır ağır konuşmak biraz da radikal olmak lazım.

Bir yurttaş olarak da şunu söyleyebilirim; muhalefet şuanda kendini son zamanlarda duyurabildi. Görülebilir değildi. ‘Sokağa çıkarsak iktidarın istediği zaten bu’ dediler. Ben öyle düşünmüyorum. Halkla yaptığın, ürettiğin siyaseti ve muhalefeti birleştirebildiğin kadar güçlüsün. Yoksa paylaşmazsan güçlü değilsin nitekim de değil. Hiçbir anlamı yok.  Bir restoranda açık olan bir TV kanalının değiştirilmesini istediğimde restoran sahibinin ‘o kanallar bizde yok’ dediğini biliyorum. İstediğiniz kanaldan haber alma hakkınız yok. Özgürlükler ve halklar birbirini tekabül eder. Basın özgürlüğünün gaspı bir şeyleri öğrenme hakkımın gaspıdır. Bunun farkına varmalıyız. Birileri de bunu insanlara anlatmalı. Siz insanlara gidemediğiniz,  kendi siyasetinizi paylaşmadığınız sürece toplumsal tepkiyi de taşıyamazsınız ve nitekim yok. Bu nedenle toplumsal muhalefetin geliştirilmesi gerekiyor her bakımdan, yargıda tek başına düzelmez her şey düzelecek.

MA / Zemo Ağgöz