Küresel ısınma tehlikesine dünyanın büyük bir bölümünde olduğu gibi Türkiye'de de ciddi bir ekolojik yıkım yaşanıyor. Orman ve nehirler gibi birçok alan baraj, hidro elektrik santralleri, maden ve taş ocakları için tahrip ediliyor. Tüm bu durumlar ekolojik dengeyi bozarken bunun bir yansıması olarak bölge kentlerinde baş gösteren kuraklıkla birlikte bir çok su kaynağı da kuruyor. Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) 2021’in Ocak ayında yayınladığı fotoğraflara göre de Türkiye’nin neredeyse her yerinde şiddetli kuraklık tehlikesi bulunuyor.

Ziraat Mühendisleri Odaları Birliği’nin (TZOB) yaptığı açıklamaya göre çoğunluğu bölgede olmak üzere 22 ilde tarımsal kuraklık var. Kuraklık riski, bu raporların yanı sıra Meteroloji Genel Müdürlüğü ve Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın hazırladığı raporlara da yansıdı.

TALAN KURAKLIK GETİRİYOR

Kuraklık riskinin en ciddi olduğu bölgesi Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleri. Bölge illerindeki kuraklık tarım ve hayvancılığı ciddi oranda etkiledi. Bölgede Dicle ve Fırat nehirlerinin yanı sıra birçok tatlı su kaynağı olmasına rağmen yaşanan bu durum ekolojik tahribatın ne boyutlara geldiğini gösterdi. Bölgede devam eden baraj ve HES inşaatlarının yanı sıra madenler ve orman yangınları bölge faunasını tamamen değiştirdi. Askeri operasyonlar sırasında çıkartılan orman yangınları da yine doğa tahribatının bir farklı boyutu. Munzur ve Zilan vadileri başta olmak üzere hem kültürel olarak hem de iklim olarak önemli olan alanlara yapılan baraj ve madenlerle tahrip ediliyor. TZOP raporunda; Diyarbakır, Batman, Urfa, Van ve Şırnak gibi illerde yağışların böyle gitmesi durumunda kuraklığın daha da artacağı uyarısında bulundu.

KARADENİZ’DE İŞGAL

Türkiye'nin en yeşil bölgesi olan Karadeniz’de de durum farksız değil. Son 20 yılda ekolojik talanın had safhaya çıktığı bölgenin her vadisi HES, taş ocağı ve madenler ile işgal edildi. Bulundurduğu ormanlık alanlar ile ülkenin akciğerleri konumunda olan bölge, bu talan projeleri ile ağaçsız bir alan haline geliyor. Son olarak Rize’nin İkizdere ilçesinde tüm itirazlara rağmen yapımına başlanan taş ocağı ise dünya üzerinde koruma altında olan 253 vadiden birisi olan İşkencedere Vadisine yapılıyor. Vadi bir kısmı endemik yüzlerce bitki ile birlikte yaban hayatına da ev sahipliği yaparken, bölge halkının geçim kaynağı olan çay ve arıcılığında yapılıyor. İkizdere’nin yanı sıra Ayder Yaylası'ndan Uzungöl’e, Fatsa’dan Samsun Kavak’a kadar birçok yayla ve tabiat harikası da talan projeleri ile yok edilmek isteniyor. 

Bölgenin doğusu maden ve HES’ler ile talan edilirken batısı ise termik santrallerin işgali altında. Hava kirliliğinin standartların üstünde olduğu Zonguldak’ta yurttaşlar yılın yarısında kirli hava soluyor. Fındık, mısır, çay gibi birçok ürünün geleceği tehlike altına girerken zaman zaman yaşanan ani yağışlar ise sel ve heyelan olarak geri dönüyor. Bölgede neredeyse her sene yaşanan sel ve heyelanların en sonuncusunda geçen hafta 6 yurttaş hayatını kaybetti.

SIRADA EGE VAR

Maden ve enerji şirketlerinin gözünü diktiği Ege’de ekolojik talandan nasibini alan yerler arasında. Bölgenin verimli topraklarına bir bir madenler kurulurken yeni Soma’lar yaratılmak isteniyor. Tarım alanlarının madenler ve termik santraller ile yok edildiği bölge illerinde insanlar madenlerde ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Ege denizine dökülen Büyük Menderes Nehri ise son yıllarda en kirli dönemlerini yaşıyor. Milas ve Seferihisar’da yapılmak istenen madenler ise bölgede bulunan yüzlerce yıllık ağaçları tehdit ediyor. Özellikle zeytin ağaçlarının kesilecek olması bölge halkının geçim kaynaklarının yok olmasının yanı sıra kuraklık ve erozyon tehlikesini arttırıyor.

MARMARA BETONA GÖMÜLDÜ

Marmara’da ise betona gömülen “metropoller” yeşil alanların tamamını yok etti. Bölgedeki şehirler İstanbul ve Bursa başta olmak üzere alışveriş merkezi ve dev gökdelenlerin işgali altında. Son kalan yeşil alanlar ise yine bunun gibi projelerin tehdidi ile karşı karşıya. Bölgedeki talanın en büyük sonucu olarak karşımıza Marmara Denizi'ndeki müsilaj çıkıyor. Son aylarda tüm denizi etkisi altına alan müsilaj denize yıllardır dökülen kimyasal ve evsel atıkların en büyük sonucu. Bunun yanı sıra İstanbul’u bekleyen en büyük tehlike ise iktidarın çılgın projesi olan “Kanal İstanbul.” Şehri ortadan ikiye bölecek olan kanal şehrin su ihtiyacını karşılayan tatlı su kaynaklarını ve tarım alanlarını yok edecek. Yine başta Saros Körfezi olmak üzere birçok bölgede tarım alanları talan edilmek isteniliyor. Kaz Dağlarında ise yürütmenin durmasına rağmen binlerce ağacın kesildiği alanda herhangi bir rehabilite çalışması başlamış değil. Yaşanan bu talana Meteoroloji verilerine göre azalan yüzde 41’lik yağış oranlarını da ekleyecek olursak bölgeyi ileriki yıllarda ciddi tehlikeler bekliyor.

OVALAR KURUDU

Talanın bu bölgelerin dışında Akdeniz ve İç Anadolu’da da hız kesmiyor. Buralarda da özellikle tarım ve ormanlık alanlar üzerine kurulan projeler bölgede tarım rekoltelerini düşürdü. Mayıs ayında açıklama yapan Ziraat Odaları özellikle Konya Ovası'nda bazı bölgelerde rekoltenin yüzde 100 oranında düştüğünü belirtti. Geçmiş yıllarda ülkenin önemli buğday ambarlarından olan ovadaki su kıtlığı bu ürünün yetiştirilmesini imkansız hale getirirken bölgede hayvanların otlayacağı alanlar bile kısıtlı hale geldi. Yine geçen sene Ankara’da görülen kum fırtınası ise bölgenin çölleşme riski için ciddi alarmlar veriyor. Hatay’da Amik Ovası’ndan Adana’da pamuk tarlalarına kadar son yılların en kurak kışının yaşandığı Çukorova’da ise kuraklık ciddi şekilde hissediliyor. İlgili kurumların verileri ise bu bölgeler için mevcut durumun devam edeceği yönde.

META OLARAK BAKILIYOR

Doğa tahribatının iktidarın yer altı ve üstü kaynakları sömürme politikalarından kaynaklandığını belirten ekoloji aktivisti Koray Türkay, iktidarın doğayı paraya çevirebilecek bir meta olarak gördüğünü söyledi. İktidarın tek ihtiyaç duyduğu şeyin daha fazla rant ve kar olduğuna dikkat çeken Türkay, “Bu rant olgusu doğanın çok büyük bir tahribata uğramasına sebep oluyor. İktidarın bilimle bir bağı yok. Kendi iktidarını sürdürebilmek için ‘Benden sonrası tufan mantığıyla’ yaklaşıyor. Bu durum sadece Türkiye’yi etkilemiyor. İktidar sadece ülkenin değil tüm dünyanın geleceğini tahribata uğratarak yaşanmaz hale getirmesini sağlıyor” dedi.

KURAKLIK TEHLİKESİ 

Yaşanan tahribat karşısında doğanın en büyük tepkisinin küresel ısınma olduğunun altını çizen Türkay, “Bu durumun kuraklık ve ani iklim değişiklikleri gibi etkisi olacak. İklim alışık olmadığımız derecede değişikliklere uğrayınca insanların yaşam alanları ortadan kalkıyor. Ankara yakınlarında daha önce bu topraklarda görülmemiş olan kum fırtınaları oldu. İç Anadolu’nun çöl iklimine sürüklenmesi tehlikesiyle karşı karşıya olduğu zaten biliniyordu. Müsilaj sorunu yüzünden Marmara öldü diyebiliriz. Eylül ayına kadar bunun böyle gitmesi durumunda sadece Marmara değil Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de ölecek” diye belirtti.

YAŞAMI SAVUNMAK

Toplumda ekolojik farkındalığın giderek arttığına dikkat çeken Türkay, kadın ve ekoloji alanlarının iktidarın en yumuşak karnı olduğunu ifade etti. İktidarın özellikle İkizdere’de hiç beklemediği bir tepki aldığını kaydeden Türkay, “Kürdistan köyleri fiili olarak boşaltılırken Karadeniz köyleri ise tarımın ortadan kaldırılmasıyla boşaltıldı. Bu köyleri savunacak insan sayısının az olduğu köylere saldırıyorlar. Köylerini savunmak isteyen insanlar karşı ise Mehmet Cengiz, devletin silahlı gücünü önüne alarak doğayı katlediyor. Doğa insanın kaydettiği aşamayı geri döndürmek konusunda hızlı bir yanıt verir. Yeter ki doğayla barışık bir yaşam tarzı benimseyelim. Ama buna kapitalist modernitenin silahlı gücü izin vermiyor” ifadelerini kullandı.

DOĞANIN ZAMANI KALMADI

“Ağaç yoksa yağmur, yağmur yoksa yaşam yoktur” diyen Türkay, doğrudan bağlantılı olan bu durumla birlikte ciddi bir kuraklık tehlikesinin meydana geldiğini aktardı. Yaşanan durumu kötülüğün örgütlenmesi olarak tanımlayan Türkay, “Ekoloji mücadelesinin tek hedefi bu iktidardan kurtulmak olmalı. Ekolojist bir yaşam biçiminin gerçekleşme olasılığı üzerinden siyasi bir hat ortaya koymak gerekiyor. Burada yapılacak şey hemen erken seçimin dayatılmasıdır. Doğanın 2023’e kadar bekleyecek zamanı kalmadı. Biz aramızdaki dayanışmayı çoğaltırsak, örgütlenmiş kötülüğün saldırısına karşı örgütlenmiş iyiliği ortaya koyabiliriz. Yaşamın devam etmesi için yan yana gelelim ki yarınlara yaşanılacak bir yer kalsın” diye konuştu.

Mezopotamya Ajansı / Tolga Güney