Demokrasi İçin Birlik (DİB), iktidarın açıkladığı "normalleşme" takvimine ilişkin yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “normalleşme” takvimi eleştirerek, geçiş planının sermayenin planlarına göre değil, toplum sağlığının düşünülerek, acil yaşam gereksinimlerinin karşılanmasına göre düzenlemesi gerektiği vurgulandı. 

 “Normal ne yana düşer usta, ölüm ne yana, açlık ne yana” başlıklı o açıklamanın tamamı şöyle:

“İktidar uydurma bir başarı hikayesinin ardına sığınarak ‘normalleşme’ takvimini açıkladı. Oysa salgının sona ermesi için sermayenin çıkarlarını değil, toplumun sağlığını ve canını gözetecek, acil yaşam gereksinimlerinin karşılanacağı bir geçiş programı gerekiyor. 

İBB Bilim Danışma Kurulu’nun ‘normalleşme’ takviminin ramazan bayramı sonrasına bırakılması uyarısı da dikkate alınmadı. 

Bilim insanları eldeki verilerin çok yetersiz olduğunu söyleyerek, tek bir haklı soru yöneltiyor: Hangi verilerle normalleşme’yi konuşuyoruz? 

AVM’LERİN AÇILMASI

Resmi açıklamaya göre, 4-6 Mayıs 2020 tarihleri arasında test sayısı azalırken, vaka sayısı arttı. Türkiye, 193 ülke arasında vaka sayısında 8’inci, ölüm sayısında 12’nci sırada. Türkiye, son yedi hafta içinde dünyada vaka sayısı en fazla olan yedi ülke arasında. Bu verilerle normalleşme düşünülemeyeceğine göre, görülen o ki sermayenin çıkarları, çarkların dönmesi için emekçilere uygulanan kitle bağışıklığı yöntemi daha geniş toplum kesimlerine uygulanacak. Kovid 19 hastalarının en fazla görüldüğü yerler işçi havzaları. Üretim devam ettikçe ve normalleşme adın altında önlemler gevşedikçe salgının daha güçlü bir şekilde geri dönmesi olasılığı büyük. Hem ‘evde kal’ politikası sürdürülüyor, hem de uzmanlara göre bulaş riskinin yüksek olduğu AVM’ler açılıyor. Toplum bir yandan ‘normalleşme’ isterken, diğer yandan da salgın sürecini şeffaf yürütmeyen hükümetin açıkladığı takvimden ve başa dönmekten endişe duyuyor.

HANGİ NORMALE DÖNECEĞİZ?

Türkiye salgına ağır bir ekonomik kriz yaşanırken yakalandı. Özellikle AKP iktidarında geçen yıllar boyunca neo-liberalizmin en yıkıcı etkilerine maruz kaldı, dışa bağımlılık arttı. Özelleştirilmeyen kamu malı kalmadı. Sağlık, eğitim ve alt yapı başta olmak üzere birçok kamu hizmeti sermayeye teslim edildi, yoksulluk ve işsizlik oranı yükseldi.  Koronavirüs krizi bittikten sonra karşılaşılacak ekonomik ve toplumsal tahribatın boyutları bilinmiyor. Ancak işsizliğin, yoksulluğun katlanarak artacağı, ekonomik krizin şiddetlenerek süreceği görülebiliyor. İnsanlar işlerini ve gelirlerini kaybedecek. Hane başına düşen gelir azalacak. 

Ekonomik krize çözüm üretemez durumda olan iktidarın vereceği yanıt ise belli: Otoriterliği artırmak, meşruiyet yitimi ve toplumsal rızanın azalmasıyla daha da yükselecek muhalefeti anti demokratik uygulamalarla baskı altına almak. 

NORMALE DÖNMEKTEN KÖTÜ OLAMAZ

Korona virüs salgını, eşitsizlik ve adaletsizliği, çalışma yaşamındaki aşırı güvencesizliği, kamu sağlık sistemindeki çarpıklığı tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Kovid-19’la mücadele bitmiş değil, ama  söylenen o ki yeni bir normal bizi bekliyor. Peki, normal nedir?  İnsanları ölümle yüz yüze bırakan sermayeye teslim edilmiş sağlık sistemi midir normal?  Dünyanın yok olması pahasına kâr etme hırsı, servet biriktirme ve bencillik midir normal olan?  Çevre tahribatına, endüstriyel tarım ve hayvancılığa dayanan, birçok ölümcül virüsün insanlara bulaşmasına neden olan kapitalist birikim tarzı mıdır normal?  Doğanın ve insanın sınırsızca sömürülmesi midir normal? Kadınların gelirlerinin erkeklerin yarısı kadar olduğu dünya mıdır normal olan? Normal olan en zenginlerin en yoksulların açlığı ve dünyanın yok olması pahasına gitgide daha da zenginleşmesi midir? Otoriter iktidarların sonsuz baskısı altında özgürlüğünü ve onurunu kaybetmiş olarak yaşamak mıdır normal olan? Ölümden ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen bu dünya düzeniyse normal olan, evet, hiçbir şey normale dönmekten daha kötü olamaz.  

YIKIM DÜZENİNDE YAŞAMA

Türkiye’de ve dünyada salgın sürecinde yapılan açıklamalara bakıp, sistemin egemenlerinin hem ekonomik kriz hem de korona virüs salgınının yarattığı yıkımdan insanı, canlıları, doğayı önceleyen çözümlerle çıkacağını düşünmek hayal olur. Eğer neo-liberal sisteme eşitlikçi, adil, doğanın ve insanın sınırsız sömürüsüne dayanmayan bir seçenekle karşı çıkılmazsa, normal addedilen yıkım düzeninde yaşamaya devam edeceğiz. Demek, varsıl olmayanlar için, emekçiler, kadınlar, çocuklar için yeni bir normal yaratmanın, eşitlikçi ve demokratik bir ülkede, barış içinde yaşamak için mücadele vermenin tam sırasıdır. 

İNFAZ YASASI İPTAL EDİLMELİ

Anayasa’daki, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesindeki ayrımcılık yasağına aykırı olan, muhalifleri terör suçlamasıyla kapsam dışında bırakan infaz yasası iptal edilmeli.  Korona virüs karantinası nedeniyle artan ev içi şiddete karşı acil önlem planı hazırlanmalı, kadınların şiddetle karşılaştıklarında başvurdukları çağrı hatları daha etkin ve erişilebilir kılınmalı. 6284 sayılı yasa uygulanmalı.”