Cumartesi Anneleri, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin cezalandırılmasını talep etmek için her hafta düzenledikleri eylemlerinin 825’inci gerçekleştirdi. Koronavirüs salgını nedeniyle online gerçekleşen eylemde bu hafta 17 Ocak 1996’da Yüksekova’da gözaltında alındıktan sonra cansız bedenine ulaşılan iş insanı Abdullah Canan’ın faillerinin cezalandırılması istendi.

  

Bu haftaki basın açıklamasını ise Abdullah Canan’ın kızı Nuran Canan okudu. 825 haftadır devletin denetimi altındayken yaşam hakları ellerinden alınan insanlar için adalet istediklerini belirten Canan, “Ancak Türkiye’de yaşam hakkı ihlallerinin bağımsız bir biçimde incelenmesi, etkin bir biçimde soruşturulup kovuşturulması, bu konuda kamu görevlilerinden hesap sorulması mümkün olmuyor. Ne biz adalete ulaşabiliyoruz, ne yaşam hakkı ihlalleri durdurulabiliyor, ne de Türkiye hukuk devletine dönüşebiliyor” diye belirtti.

  

TEHDİT EDİLDİ

  

Babasının 43 yaşında Yüksekova’da yaşayan bir iş insanı olduğunu hedef alındığı ve ağır hak ihlalleri nedeniyle savcılığa başvurduğunu ifade eden kızı Canan, babasının yedi akrabası ile birlikte Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulunduğunu aktardı. Bunun üzerine Mehmet Emin Yurdakul’un babası ve şikâyetçilerden 2 kişiyi taburdaki makamına çağırdığını dile getiren Canan, babasına şikayetinden vazgeçmesi için baskı yapıldığı ve tehdit edildiğini söyledi.

  

İŞKENCEYLE ÖLDÜRÜLDÜ

  

17 Ocak 1996 sabahı babası Abdullah Canan’ın Hakkâri’ye gitmek üzere Yüksekova’daki evinden ayrıldığını belirten Canan, sonrasında yaşananları şöyle dile getirdi: “Tanık beyanlarına göre Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı. Askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu'na götürüldü. Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurarak Canan’ın bulunmasını istedi. Ancak onun gözaltına alındığı inkâr edildi. 21 Şubat 1996 günü Abdullah Canan’ın ağır işkence görmüş cansız bedeni köylüler tarafından bulundu. Canan, yakın mesafeden atılan 7 kurşunla öldürülmüş, elleri, ayakları ve ağzı bağlı olarak Yüksekova-Esendere Karayolundaki bir menfeze bırakılmıştı.”

 TANIK İFADESİ CİNAYETİ DOĞRULADI

 Canan, ailesinin Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, babasının katledilmesinden sorumlu olduğu gerekçesiyle binbaşı Mehmet Emin Yurdakul aleyhine suç duyurusunda bulunduğunu ifade etti. Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç savcıya verdiği ifadede; Abdullah Canan'ın taburda işkence ile sorgulandığını, tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile bölük komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla katlettiğini detaylarıyla anlattığını söyleyen Canan, albay Kamber Oğur’un da Yüksekova Savcılığına başvurarak gözaltına alındığı inkar edilen Abdullah Canan’ı Şubat 1996'da tabur karargâhındaki revirde, başı sarılı vaziyette gördüğünü anlattığını hatırlattı.

TANIK BEYANLARI ESAS ALINMADI

Bilgiç, Binbaşı Yurdakul, Yüzbaşı Nihat Yiğiter ve Üsteğmen Bülent Yetüt hakkında Diyarbakır DGM Savcılığı’nca soruşturma açıldığını kaydeden Canan, Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada, ailenin ve tanıkların iddiaları yeterli ve inandırıcı bulunmadığı için 12 Kasım 1999 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildiğinin altını çizdi. Bu kararın 2 Nisan 2001 tarihinde de Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi tarafından onandığına işaret eden Canan, “Aile 1 Aralık 1997 tarihinde davayı AİHM’e taşıdı. AİHM 3’üncü Dairesi, ‘Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır. Canan öldürülmeden önce ağır işkence görmüştür.’ tespitinde bulundu. Türkiye'nin iç hukuktaki yaklaşımını şaşkınlık verici olarak değerlendirip oy birliği ile mahkumiyet kararı verdi” ifadelerini kullandı.

  

ADALETİ SAĞLAYIN

 Babası Abdullah Canan’ı gözaltına alanlar ve işkence ile katledenlerin belli olduğunu vurgulayan Canan, bu kişilerin isimlerinin dava dosyalarında da mevcut olduğunu belirterek yargıya şöyle seslendi: “Yargı makamları, başta yaşam hakkı olmak üzere hak ihlallerinin cezasız kalmayacağını göstermek zorundadır. AİHM’de oybirliği ile yaşam hakkı ihlali kararı verilmiş olan Abdullah Canan davasındaki cezasızlığa son verecek, fail ve sorumluların  yeniden yargılanmasını sağlayacak adımları atın. Adaleti sağlama görevinizi yerine getirin. Kaç yıl geçerse geçsin Abdullah Canan için ve tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz. 126 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekânımız  Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz.”

  

‘KATİLİMİZ YURDAKUL’DUR’

Ardından Canan’ın eşi Züleyha Canan, “Bize yapılan zulmü ne biz ne Allah kabul etmez. Katilimiz Mehmet Emin Yurdakul’dur” diye konuştu.

1995 Ekim ayında Mehmet Emin Yurdakul tarafından köylerine yapılan operasyon sonucunda köylerinin yakılıp yıkılması üzerine babasının suç duyurusu yaptığını hatırlatan Abdullah Canan’ın oğlu Vahap Canan, suç duyurusu üzerine babası üzerinde baskıların arttığını söyledi. Köylerinin yakıldığı mahkeme kararıyla belgelendiğini aktaran Canan, “Bu şunu gösteriyor; adalet arayışında olanlar adaletsizliğe maruz kaldı. Bunun bir örneğiyle Abdullah Canan’dı. Abdullah Canan’ı katleden Mehmet Emin Yurdakul’dur. AİHM yaptığımız başvuru sonucunda Türkiye mahkum edilmiştir. Katilin Yurdakul olduğunu söylemekten çekinmiyoruz” dedi.

‘TERÖR İLE MÜCADELE BAHANEYDİ’

Yüksekova Çetesi Davası ve Canan Ailesi’nin Avukatı Yaşar Altürk ise dava süreci hakkında bilgilendirmelerde bulunarak, dönemin Hakkari ve Van Valiliği tarafından cinayetin örtbas edilmeye çalışıldığını kaydetti. “Terörle mücadele" gerekçesiyle Canan cinayeti gibi birçok cinayetin yaşandığını söyleyen Altürk, “Çok karanlık bir dönemdi. ‘Terör’ ile mücadele bahaneydi. Acımızı içimize aldık. Bu olayların bir daha yaşanmaması için idarinin hukuka bağlı kalmasını diliyorum” diye konuştu.