Mezopotamya Ajansı’ndan Sedat Yılmaz 7 Haziran 2015 sonrası çözüm sürecinin bitirilmesi ve bölgede yaşanan çatışmalara dair bir fotoğraf karesi üzerinden medyanın hali-pür melalini kaleme aldı;

Bazı fotoğraflar öyledir... Durduğu yerde durmaz; ikide birde raflardan iner, başka fotoğraflarla uç uca eklenir. Tarih de böyle yazılır zaten, daha doğrusu bizim tarihimiz...

Kendinizi hiç yormayın, ben size özetlerim.   

Çok zahmete de gerek yok aslında. Tek cümleyle, bu fotoğraf son 5 yıllın Türkiye’sidir.  

Bir yanıyla da Türkiye’de Kürt medyasının ve çalışanların onur nişanesi... 

Kürt sorununda çözüm masası “buzdolabına kaldırıldığı”, savaş meydanlarının ısıtıldığı zamanlarda çekildi bu fotoğraf! Daha doğrusu videodan alınmış bir karedir.  

Bu fotoğraf çekildiğinde, Ankara’dan atanan kayyım, 23 Nisan misali bayraklarla süslenmiş Van sokaklarında Mehter Marşı’yla “Hep kahraman Türk milleti” diye tokmağı sallıyordu. 

Bu fotoğraf çekildiğinde Enis Berberoğlu, portatif devlet masasında bir demet yapay çiçekle Şemdinli’nin tepeciklerinde "Türk silahlı kuvvetleri ve emniyet teşkilatı görevinin başında” tiyatrosunu çekiyordu. 

İsmet Berkan, taşları dahi çalınıp satılan Sur’un sokaklarında zırhlı panzerin içinden hiç çıkmadan fink atıyor, ahkam kesiyordu. 

Nazlı Çelik, Yüksekova’da programına efekt olsun diye canlı yayında bomba konulmuş Kürt’ün evini havaya uçuruyordu.  

Abdurrahman’ı kullanmayan Veyis Ateş, İlahiyat Fakültesi’nden aldığı mesleki etikle DAİŞ terörünü anlatan Kürt’ün sözlerini YPG olarak çevirtiyordu.  

Buket Aydın, evi başına yıkılmış Kürt’ün mutfağını kurtarılmış bölge ilan ediyordu.  

Şimdi bunların kaçını ekranlarda ya da basında görebiliyorsunuz? 

Bu tablonun arka yüzünde ise bambaşka bir dünya vardı.   

Silopi’de Taybet İnan’ın cansız bedeni 7 gün sokakta, Cizre’de 10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cansız bedeni buzdolabında, Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik’in ölüsü yüzükoyun sürüklendiği panzerin arkasındaydı… 

Azadiya Welat Gazetesi Yazıişleri Müdürü Rohat Aktaş’ı Cizre’de kaybetmiştik. 

“Türk'ün gücünü” gösteren polisin haberini yapan Nedim Türfent, cezaevine girince yaşıyor diye sevinmiştik. 

İsmini tek tek sayamayacağım onlarca çalışma arkadaşımız, şu anda hâlâ Yunanistan’da rehine tutulmuş sığınmacı durumunda…   

İşte bu fotoğraf dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “kamu güvenliği”nin sağlandığı zamanlarda çekildi. Tam tarihini söyleyeyim: 4 Ekim 2015 Silvan!   

Fotoğraf karesinde, ensesinde soğuk namlu, boğazında pençe, elinde kamera olan kapısına kilit vurulmuş Dicle Haber Ajansı'nın (DİHA) muhabiri Serhat Yüce ve “Sıkayım mı lan, sıkayım mı?” diye avazı çıktığı kadar bağıran, yeri göğü Türk'ün gücüne tanıklık ettiren o kahraman, o muktedir, o yürekli yiğit, o bilmem ne namına sahip polis M.U. var. Yok, kimse meraklanmasın, bir şey olmadı o polise. “Silahla tehdit suçunu tahrik altında işlediğinden bahisle” yargılandığı davada geçen ay 1 yıl 8 ay hapis cezası aldı ve Hükmün Açıklamasının Geri Bırakılması (HAGB) uygulandı. Hiç şaşırmadık. 12 yaşında katledilen Nihat Kazanhan’ın davasında da “Bölge şartları, stresli ortam ve sanık polislerin kişilik hakları” indirim sebebi sayılmamış mıydı? Bölge şartları kendiliğinden “tahrik” anlamına gelmiyor muydu zaten?   

Dahası var. Polis M.U.'nun başka davasına bakan avukatı, karar duruşması öncesi Serhat’ın avukatına, “Müvekkilim mağdur” deyip davadan çekilip, çekilmeyeceklerini sormuştu! 

Evet, yanlış duymadınız o yeri göğü inleten M.U. mağdur, Serhat kim ki! 

Polis M.U. ya da avukatı bir uzlaşma arayışında mı peki? Hayır, hayır! Pişmanlık, özür, vicdan, merhamet, adalet falan filan değil. O gün elinde olan silah, güç, mevki, makam, yürek, Türklük, bilumum rütbeleri sökülmüş bir ihraç olduğu için istiyor uzlaşmayı! Zira "hain" ilan edilmiş!  

Kapanması imkânsız kanayan yaralara tuz basılır mı bilmiyorum ama tarih BÜYÜK, KALIN, SİYAH puntolarla yazdı o gün, Türk’ün gücünü, Kürt’ün direnişini... 

Şimdi, 5 yıl sonra “mağdur” polis M.U.’ya sormak gerekiyor: Değdi mi? 

***

Bu fotoğrafın tamamına tanıklık etmiş ve şimdi demir parmaklıkların arkasında olan çalışma arkadaşlarım Nazan Sala, Adnan Bilen, Cemil Uğur, Dindar Karataş ve Şehriban Abi. Emin olun, size kelepçe takanlar da bir gün “mağdur” olacak; şimdilerde kendini dev aynasında görenler, "Bize bir şey olmaz" diye şişinenler, sahipsiz kaldıkları gün kocaman bir hiçliğe dönüşerek daha öncekilerin yanında yer alacaklar.      

Ben değil bakın, kendi en sevdikleri şair Mehmet Akif Ersoy söylüyor; açsınlar kulaklarını ve dinlesinler:

“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”