Çarşamba röportajında bu hafta, yaşamı boyunca dört darbeye tanıklık eden, İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanlığı yaptığı 1998 yılında silahlı suikastta uğrayan, 2007 yılı seçimlerinin ardından Meclis’te toplumu “Bin Umut Adayları” olarak temsil eden ve yaşamı hak ihlallerine karşı mücadeleyle geçen Akın Birdal, ülkenin çıkmazını değerlendirdi. 

Birdal ile ekonomik krizin artık herkes tarafından hissedilmesi, başarısız Garê operasyonu sonrası hükümete yönelik eleştiriler, HDP’nin kapatılmasına karşı oluşan tepkilerin ardından gündeme oturan amirallerin bildirisini konuştuk. Birdal, muhalefete düşen ciddi görevler olduğunu belirterek, “Bugün yapılabilecekler, yarın yapılamaz hale gelebilir” diyerek, harekete geçme çağrısı yaptı. Birdal’a göre, iktidarın yarattığı bu sürece verilecek en güzel cevap şu: Demokratik, barışçıl ve kitlesel sivil itaatsizlik.

Daha güzel yarınlar için umudunu koruyanlardan biri olan Birdal, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

 Bin Umut Adayları olarak Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'nin temel sorunlarına ilişkin kapsamlı çözüm önerileri getirdiğiniz. Bugün de HDP aynı çözüm önerilerini getirdi ve ciddi baskı altında…

Bir devletin ya da iktidarın demokratik siyasetle derdi varsa, o devletin rejimi ve siyasi iktidarın niteliğiyle ilgilidir. Dertleri totaliter düzeni korumaktır; çoğulcu, katılımcı, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum yerine, siyasi İslam temelinde bir rota belirlemiş olmalarıdır. 2007 yılında bağımsız olarak 21 milletvekili ile Meclis’e girdik ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) grubunu oluşturduk. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin yaratılmış çok önemli bir fırsattı. Aslında daha önce de Kürt sorununun çözümüne ilişkin önemli fırsatlar yaratılmıştı ama bu heba edildi. Fakat Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde böyle bir çözüm olanağı yaratıldı. Başta Kürt sorunu çözümü olmak üzere ona bağlı temel haklar ve özgürlüklerin de çözümü üzerinde çok önemli politikalar üretildi. Zaten DEP’ten başlayan bu resmi ideoloji, Kürtlere ve Kürt halkına, onun siyasi iradesine karşı düşmanlık yürütmüştür. DTP kapatıldı ve sonrasında 2011 yılına kadar Barış ve Demokrasi Partisi ile devam edildi. Şimdi herkes de biliyor ve kabul ediyor ki Kürt sorunu çözümsüzlüğü diğer temel sorunların da kilidini oluşturuyor. Ekonomik ve toplumsal sorunların çözümüyle sıkı sıkıya bağlı. Kürt halkının ve müttefiklerinin, sol sosyalist güçlerinin birliği ve itirazının egemen güçlerde yarattığı bir rahatsızlık var. Çünkü bugüne değin aslında sözde muhalefet olup da bu rejime ve onun ideolojisine bir bağlılık olmuştur. Buna karşı ilk kez itiraz eden Kürtlerin siyasi iradesidir ve söz konusu rahatsızlık bunu bir parti olarak Meclis’te seslendirmiş olmalarından geliyor.

Saldırıların özünde resmi ideolojiye olan itiraz mı yatıyor?

 İttihat Terakki’den günümüze ve Cumhuriyet’e de devredilmiş olan bir tekçi anlayış var. Zaman zaman bu farklılığı reddeden anlayış, soykırımlara kadar ulaşmıştır. Türkiye’nin siyasi tarihi bu bağlamda sabıkalıdır.

Kuşkusuz. İttihat Terakki’den günümüze ve Cumhuriyet’e de devredilmiş olan bir tekçi anlayış var.  Çoğulculuğu, katılımcılığı, farklılığı reddeden bir anlayış ki bizim coğrafyamız çok kimlikli, kültürlü bir coğrafya. Zaman zaman bu farklılığı reddeden anlayış, soykırımlara kadar ulaşmıştır. Türkiye’nin siyasi tarihi bu bağlamda sabıkalıdır. Daha 3-4 gün önce Hrant Dink Davası’nın nasıl sonuçlandığına tanıklık ettik. 24 Mart’a, özgürlükçü ve hukukun gücünün ezilenlerden, emekçilerden yana kullanılması yönünde kararlı irade göstermiş Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Doğan Öz’ün katledilişinin 43’üncü yılıydı, 2 Nisan günü de Sabahattin Ali’nin. Yani böyle muhaliflere karşı hem kişisel hem de toplumsal ve sürekli düşmanlık örtüsü oluşturuldu. Bugüne kadar denenmiş ama başarılı olunamamış yol ve yöntemlere başvurmaları, sadece zaman kazanmak istemelerinden kaynaklanıyor. Gerçekten Kürt sorununun çözümsüzlüğü, bana göre Türkiye demokrasinin, toplumsal barışın, ekonomik kalkınma ve ilerlemenin ve adaletin olmazsa olmazıdır. Bunu aslında biliyorlar. Zaman zaman raporlar hazırlanmıştır, diyalog süreçleri başlatılmıştır, ateşkes süreçleri yaşanmıştır ama ne zamanki siyasi iktidarlar siyasal-ekonomik bir krize düşerlerse ve bu kriz derinleşirse, o zaman Kürt sorununun çözümsüzlüğünün sonuçlarını gündeme getiriyorlar. Tecrit, açlık grevleri, yasaklar, parti kapatmaları, vekil dokunulmazlıklarının kaldırılması gibi. Ama bu konuda bir çözüm iradesi de gösterilemiyor.

Ne için zaman kazanmak istiyorlar?

Uluslararası ve bölgesel topluluklar varlık ve kuruluş gerekçelerinde uzaklaşıyorlar. Birleşmiş Milletler, Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve AGİT gibi kuruluşlar, son 7-8 yıldır Türkiye’de sistematikleşen insan hak ihlallerine karşın yükümlülüklerini yerine getiremiyorlar. Çok açık hükümler var. BM ve Avrupa Konseyi tarafından uyulmaması halinde bir takım ekonomik, ticari ve mali yaptırımlar öngörülüyordu. Bakın Şubat ayında bir zirve toplantısı oldu ve o toplantıda Türkiye’ye Mart ayına kadar süre tanındı. Bazı konularda düzenleme yapılmadığı taktirde yaptırım uygulanacağı söylendi. Türkiye hiç umurunda olmadan, bildiğini okudu ve o günden bugüne daha da ağırlaşan uygulamalara başvurdu. Ne yazık ki Avrupa Parlamentosu bu zirve toplantısında, yaptırımları gündeme getirmedi ve yine ertelendi. Bugün Avrupa Konseyi Başkanı ve Avrupa Komisyonu Başkanı Türkiye’ye geliyor. Emin olun Türk yetkililerine diyecekler ki, ‘Siz bildiğinizi yapın, biz sizi yaptığınız gibi kabul edeceğiz’.  İşte bu kapitalist dünyanın ikiyüzlülüğünü yarın yine yaşayacağız. Son olup bitenlere bakın, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere doğrudan aykırı. HDP’nin kapatılmak istenmesi, AYM’nin usul açısından geri göndermesi ve AYM’nin kapatılma istemi, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi…

Bahsettiğiniz uluslararası güçler ya da kurum ve kuruluşların sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun alınıp götürülmesi için Meclis’e polis sokan ve halkın iradesini yok sayan Meclis Başkanı, geçtiğimiz günlerde “İstanbul Sözleşmesi nasıl feshedilmişse, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Montrö de feshedilebilir” dedi. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Bakın Lozan’dan sonra 1936 yılında Montrö Antlaşması getirildi ve boğazların denetim hakkı Türkiye’ye verildi. Özellikle savaş halinde savaş gemilerinin boğazlardan geçmesini engelliyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin savaşa girmesini engelleyen Montrö Antlaşması’nın verdiği yetkiyi kullanmakla oldu. Bunların derdi de Montrö Antlaşması’nı feshettirip, ABD’ye Karadeniz’de bir alan açmak ve savaş gemilerini, uçak gemilerini Karadeniz’e sokmak. Son günlerde Rusya ile ABD arasında bir kızışma var. Biden’in Putin’e “Katil” demesiyle başlayan süreç... Şimdi Ukrayna ile Rusya arasında Kırım’ın ilhak edilmesi sorunu var. Bu duruma karşı ABD harekete geçecek. 

Bakın önümüzdeki günlerde bunu yaşayacağız ve Montrö Antlaşması iptal edilecek, ABD ile müttefiklerinin savaş gemileri boğazlardan Kırım’a doğru hareket edecek. İşte Montrö Antlaşması’nın altında yatan neden budur. Peki, bu Montrö Antlaşması’ndaki 103 amiralin açıklaması ne? 103 artı 1. Niye 104 oldu. Bu 28 Şubat Balyoz Davası’nda 103 general yargılanıyordu ve 2018 yılında mahkumiyetle sonuçlandı. İsmail Karadayı, Çetin Doğan ve Çevik Bir, yani 28 Şubat’ın asıl aktörü olan Çevik Bir. Bunlardan 21 kişi müebbet hapse çarptırıldı ve onaylandı. 2018 yılından bugüne değin bunlar müebbet cezasına çarptırılmışlardı ama şimdi serbestler. Ama Ömer Faruk Gergerlioğlu, Leyla Güven ya da Musa Farisoğulları’nın davaları, bir sosyal medya paylaşması ya da konuşmalarından dolayı Meclis dışına bırakıldılar. Yani en büyük hukuksuzluğa hepimiz son bir haftada şahit olduk. 

Darbeleri bizzat yaşayan ve raporlayan biri olarak bildiriyi nasıl okudunuz?

Montrö Bildirisi ne darbe girişimiyle açıklanabilir ne de demokrasi umudu olarak açıklanabilir. Şimdi üniformalı ya da üniformasız askerlerin, militarizmin demokrasi getirdiği nerde görülmüştür ki dün bazıları buna sarılıyorlardı. 

Montrö Bildirisi ne darbe girişimiyle açıklanabilir ne de demokrasi umudu olarak açıklanabilir. Şimdi üniformalı ya da üniformasız askerlerin, militarizmin demokrasi getirdiği nerde görülmüştür ki dün bazıları buna sarılıyorlardı. Bugüne gelişten onların da en az iş başında olanlar kadar sorumluluğu vardır. Türkiye bu sürece kendiliğinden gelmedi. Onların altını kazıyın, bakın o askerin altında neler çıkacak. O nedenle kuşkusuz biz bunu sadece ifade ve düşünce özgürlüğü olarak ele alamayız. Şimdiye kadar bu hukuksuzluklara karşı neden sessiz kaldılar. O nedenle gerek onlar gerek iktidar gerekse de Türkiye’de olup bitenlere seyirci ve suskun kalan muhalefetin de bundan büyük sorumluluğu var. Yani Kürt sorunu olduğu zaman bir cephe oluşturuyorlar Kürtlere karşı. O nedenle bugün ki iktidarın bence tüm hukuk dışılığı ve son operasyonları, Meclis’teki muhalefetin bence bu iktidara meşruiyet kazandırmasının bir sonucudur. Yani Avrupa bu Türkiye muhalefeti gibi sadece olanlardan endişe duyduklarını söylüyorlar. Peki, bunların gerçekten bu uygulamalarını durduracak, geriletecek neden bir irade gösterilmiyor. Bence bugün Millet İttifakı falan, bu iktidarı durdurucu, caydırıcı hiçbir kıymeti harbiyesi yok.

 Muhalefet ne yapmalı? 

Yöntem değişti. Bakın son 6-7 yıldır siyasi erk, Cumhur diye adlandırılan ittifakın yöntemleri değişti.  Ama ne yazık ki, değişen iktidar yöntemlerine karşı muhalefettin yöntemleri değişmedi. Aynı tarzda gidiyor işte, caydırıcı olamayışları da bundan kaynaklanıyor. Ya bir imza ya bir dilekçe ya da sosyal medyada tepkiler… Böyle olmaz. Onlar çok fazla organize. O nedenle bakın 21’inci yüzyıla girerken, bir partinin kapatılmak istenmesinin anlamı, bir halkın varlığının reddidir. Bir halkın dilinin, kimliğinin yok sayılmasıdır. Şimdi HDP’nin kapatılması sadece hukuk ve demokrasi ile açıklanamaz, bir halkın varlığının kabul edilip, edilmemesiyle ilgilidir. O nedenle bence onlar yeni yöntemlere başvurdular. Parti kapatmalarıyla kalmadılar, AYM’nin kapatılmak istenmesine gelindi.

AYM’nin kapatılması çağrıları yapılıyor… İnsan hakları anlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Birincisi; parlamenter rejimi reddetmektir, ikincisi; kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasıdır. Zaten kalktı. Amirallerin bildirisinden sonra hemen hukukun üstünlüğünden söz ettiler, yargının bağımsızlığından bahsettiler. Ne kadar trajikomik şeyler. Biz dışarıdan gelmiş bireyler olsak, acaba bunlar ne söylüyor diye bir kulak verilebilir ama bu bir yalandır. Çünkü son bir haftada tüm hukuksuzluklara şahitlik ettik. İnsan hakları ve özgürlüklerinin yok sayılması ve taraf oldukları uluslararası sözleşmelerden ve hukuktan uzaklaşmaktır. Bunlara karşı nasıl demokrasi, adalet, hukuk ve toplumsal barış içinde bir arada yaşam korunabilir. Bence bunun kaygısını duymak ve bunun için muhalefetin gücünü tahkim etmek gerekiyor. Yoksa emin olun, hala bugün yapılabilecekler, yarın yapılamaz hale gelebilir.

Günlerdir Urfa Suruç’ta Şenyaşar ailesinin dramını yaşıyoruz. Kimin umurunda. Eşi ve oğlu katledilmiş bir annenin ızdırabı. Öte yandan bugün 132’ncü gününde tecride ve hukuksuzluğa karşı başlatılan açlık grevleri. Bu insanlar bedensel ve ruhsal olarak sağlıklarını yitiriyorlar. Bir hukukun yerine getirilmesi için insanlar 132 gündür açlık grevinde. Bakın pandemi nedeniyle zaten hijyenik sorunlar var. Cezaevlerinde net bir açıklama olmamakla birlikte pandemiden dolayı 46 kişinin hayatını kaybettiği bilgisi var. Cezaevlerinde her ay bir iki ağır hasta mahpus yaşamını yitiriyor. İnsan haklarına dair hiçbir yerde, hiçbir şey kalmadı. Bence bu iş Millet İttifakı ile falan olmaz. Gerçek bir demokrasi ittifakına ihtiyaç var. Bu gidişattan sadece rahatsız olanlar değil, bu gidişatı durduracak, geriletecek bir irade ortaya koyacak kişi kurum ve partilerin ittifakına ihtiyaçları var. Bugüne ve geleceğe karşı duyulan sorumluluk yeterli.

 Sivil itaatsizliğin araçları da mekanizmaları da bellidir. O nedenle bir araya gelmeli, eş güdüm koordinasyon grubu oluşturmalı, siyasi partiler, emek örgütleri, insan hakları kuruluşları ve vicdan sahibi birtakım aydınları yan yana getirmeli. Bir yol haritası ortaya koyup, bunu hayata geçirmeli.

Örneğin üç beş gün önce sol, sosyalist siyasi partilerin bu sürece dair görüşleri alındı. Arkadaşlarımız bu sürece dair ‘”Demokrasi güçleri birleşmeli, toplumsal muhalefet bir araya gelmeli” dedi ama artık ‘olmalı’dan çok, ‘olabilir’i kılacak bir irade ve girişim ortaya koymak gerekiyor. Yani herkes kendi sokağında alanlara çıkmalı. Bunun bir karşılığı yok, bir caydırıcılığı yok. O denenle sokaklara, alanlara toplanıp, “Demokrasi istiyoruz” diyeceğiz. “Adalet istiyoruz” ve “Halkların eşitliğini özgürlüğünü inşa edecek bir Türkiye istiyoruz” diyeceğiz ve istemekle de kalmayıp, bunun yollarını arayacağız. Mesele sivil itaatsizliktir. Demokratik, barışçıl, kitlesel sivil itaatsizliktir. Bence bu iktidarın bugün ki hukuksuzluğu ve ‘Ben yaptım oldu’ otoriter anlayışını durdurabilecek tek yol budur. Sivil itaatsizliğin araçları, mekanizmaları da bellidir. O nedenle bir araya gelmeli, eş güdüm koordinasyon grubu oluşturmalı, siyasi partiler, emek örgütleri, insan hakları kuruluşları ve vicdan sahibi birtakım aydınları yan yana getirmeli. Bir yol haritası ortaya koyup, bunu hayata geçirmeli. Aksi taktirde bugün yapılabileceklerin yarın yapılamaz hale geleceğinden kaygı duyuyorum.

Garê operasyonu, Merkez Bankası krizi, HDP’ye açılan kapatma davası, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ve en son emekli amirallerin bildirisi… Bu yaşananlar neyin ifadesidir?

Bence gündemin değiştirilmek istenişinden çok, rejim değişikliği istenmenin sonucudur bu yaşananlar. Bakın önümüzdeki günlerde sürpriz gibi gelecek ama aslında sürpriz değil. Perşembe’nin geleceği Çarşamba’dan belli. Bunların ne yapmak istediği belli. Cumhuriyet hükümet sisteminin baştan beri, hukuksuzluğuna karşı itirazlar bu gidişatı durduramamıştır ve durduramayacaktır da. Şimdi ana muhalefetin 128 milyar nerde sorunun yanıtını alamadı. Ne yapması gerekiyor. Herkes yasak salıyor. Bakın hiç kimsenin doğru bir ajandası yok. Örneğin bir ajanda belirleyecek, yani az önce söylediğim ortaklaşacak platform, emin olun o ajandaya bağlı, güçlü etkinliklerde bulunacak. Bugün bakıyorsunuz bir gelişme yaşanıyor ama hemen geçiştiriliyor. İşte 128 milyar nerede deniliyor sonra geçiliyor. Şimdi Ömer Faruk Gergerlioğlu durumu. O bir insan hakları savunucusudur. Hiç kimsenin diline, dinine, etnik ya da kültürel kimliğine bakmaksızın, herkesin Meclis’teki sesi, sözü ve vicdanı oldu. Kuşkusuz böyle bir dindar arkadaşımızın HDP içinde yer almış olması ve o kürsüdeki isyanı ve teşhiri bunları çok rahatsız etmiştir. Bu seyircilikten kurtulması gerekiyor muhalefetin. Önce Meclis’in bu durumundan kurtulması gerekiyor. Şimdi Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun oradaki gaspı, HDP’nin, demokrasi isteyenlerin, barış isteyenlerin, eşit ve özgür yaşamak isteyenlerin iradesinin gaspıdır. İnsan haklarının gaspıdır. Bu nedenle böyle bakmak gerekir. Ne yazık ki, muhalefet burada seyirci kalmıştır. O nedenle iktidar muhalefetin buradaki yetkisizliğini bildiği için bu kadar üstümüze geliyor. Bence burada kararlı bir duruş sergilenmesi gerekiyor.

HDP’ye açılan kapatma davası sonrası yapılan tartışmalarda, devletin 100’üncü yılı olan 2023 yılına Kürtsüz bir gündemle girme hesabı olduğu yorumları da yapıldı. Bu mümkün mü?

HDP çevresinde bir ittifak ya da HDP’nin de içinde yer aldığı bir demokrasi ittifakını geciktirmemeliyiz, ertelememeliyiz. Onların bize reva gördükleri Türkiye, işkencedir, gözaltıdır, karanlıktır ama bizlerin de böylesi bir ittifakla herkese getireceğimiz barıştır güvendir, aydınlıktır.

Kürt halkının bir dönem siyasi temsilciliğini yapmamın onuruyla, inancıyla söylüyorum ki Kürt halkı bugüne değin her türlü hukuk dışı uygulamalarla ki biz bunların tanığı olduk, teslim alınamadı ve alınamaz. O nedenle 2023 yılına Kürtlersiz ve Kürt halkı olmadan girilemez. Çünkü Kürtlersiz bir demokrasi olmayacağı görülecektir. Kürtlersiz barış olmayacağı, Kürtlersiz iş ve ekmek olmayacağı görülecektir. Bakın daha 21 Mart’taki Newroz ateşi, doğudan batıya tüm Türkiye’ye bir ışık oldu ve yol gösterdi. Bundan bir sonuç çıkarmak gerekir. Hiçbir karanlık bugüne kadar bu ateşi söndüremedi, bundan sonra da söndüremeyecek. HDP çevresinde bir ittifak ya da HDP’nin de içinde yer aldığı bir demokrasi ittifakını geciktirmemeliyiz, ertelememeliyiz. Onların bize reva gördükleri Türkiye, işkencedir, gözaltıdır, karanlıktır ama bizlerin de böylesi bir ittifakla herkese getireceğimiz barıştır güvendir, aydınlıktır. Bence geciktirmeden bir demokrasi ittifakını oluşturup yola çıkacağız. Mevcut muhalefet biçimiyle olmayacak ve zaman kaybetme nedenlerinden biri de o yine bunların da zaman kazanmak isteyişinden, bu muhalefettin oyalayışını gördüklerinden ve bildiklerindendir. Bilemiyoruz belki onların da halılarının altı kirli olabilir.

Siz Meclis’e girdiğiniz de “umut” adayı olarak girdiğiniz. Bugün toplumun yarınlara dair umudunu koruması açısından ne söylemek istersiniz?

Umut mücadele demektir. İnançladır ve direniştedir. HDP ve müttefikleri açısından bir umutsuzluk söz konusu olamaz. Çünkü o toprağa ekildi. Bakın şimdiki bahar yağmurları ekimi yeşertecektir. Yeniden filizlenecek. Bunun aksi diyalektiğe aykırıdır. O nedenle bu umudu örgütlü hale getirmek, umudu örgütlü beslemek ve umudu birlikte taşımak gerekir. Yoksa tek başına olan umutları boğmak isteyeceklerdir. Onun için buna izin vermeyelim.

MA / Selman Güzelyüz