Türkiye’de 1978 yılının başlarında Adalet Partisi (AP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Güven Partisi’nden oluşan Milliyetçi Cephe hükümetinin desteklediği kontrgerilla ve ırkçı güçler, öğrenci gençlik hareketlerini teslim almak amacıyla üniversitelere yöneldi. Bu saldırıların en yoğun yaşandığı İstanbul Üniversitesi’nde, 16 Mart 1978’de üniversitenin Süleymaniye Kapısı'ndan çıkmak isteyen öğrenciler, polis tarafından Beyazıt Meydanı'na açılan ana kapıya yönlendirildi. Eczacılık Fakültesi’nin köşesine gelen öğrencilerin üzerine, "Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak" sloganlarıyla bombalar atıldı. Saldırıda Hukuk ve İktisat fakülteleri öğrencileri Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt yaşamını yitirirken, 50'den fazla öğrenci de yaralandı. 

Yıllarca mahkeme koridorlarında mekik dokuyan Beyazıt Katliamı davası, birçok delil ve tanık olmasına rağmen 20 Ekim 2008'de İstanbul 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nce zaman aşımı kararıyla rafa kaldırıldı. Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi’nin Mart 2010'da kararı onaylamasıyla birlikte birçok katliam gibi Beyazıt Katliamı da cezasızlıkla sonuçlandı. 

Hem katliamın tanığı hem dava avukatı Kamil Tekin Sürek o güne dair tanıklılarını ve cezasızlıkla sonuçlanan dava sürecini  Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.

O dönemde iktidarda olan Milliyetçi Cephe hükümetinin ve koalisyon ortağı olan MHP’nin, üniversitelerde okuyan devrimci öğrencileri hedef gösterdiğini hatırlatan Sürek, üniversitelerin, üniversite yönetimi ve polis işbirliğiyle işgal altında olduğunu belirtti. Bu süreçte devrimci öğrencilerin okullara giremediğini dile getiren Sürek, bu süreçte İstanbul Üniversitesi’nin de işgal altında olduğunu ve yaptıkları toplantılar sonucunda 1 Mart 1978’de okula gitme kararı aldıklarını söyledi. 

SALDIRILAR PÜSKÜRTÜLDÜ

1 Mart günü bir araya gelerek okula doğru yürüyüşe geçtiklerini ve polis saldırısına uğradıklarını dile getiren Sürek, bütün saldırılara rağmen okula girmeyi başardıklarını söyledi. Sürek, “Kapıdan içeriye girdiğimizde bu kez faşistlerin saldırısı ile karşılaştık. Heykelin önünde toplanmışlardı ve bize taşlarla, sopalarla saldırdılar. O saldırıyı da püskürtüp sınıflarımıza kadar girdik. Bundan sonra her geçen gün sayımız artıyordu. Bizim gücümüz arttıkça, faşistler azınlık haline düştü” dedi.

KATLİAM GÜNÜ 

Sürek, günlerce okula giriş çıkışlarda saldırılara uğradıklarını söyleyen Sürek, 16 Mart günü yaşananları şöyle anlattı: “Eczacılık Fakültesi’ni tam dönerken, ‘bomba’ diye bir ses geldi. Sesten 6 saniye sonra patlama gerçekleşti. Patlamadan sonra kitlenin orta yerinde kara bir duman yükseldi. Biz olayın daha şokundayken, makineli tüfek sesleri gelmeye başladı. İki arkadaş ile kalkıp biraz ilerde bulunan bir kitabevine girerek, kendimizi kurşunlardan koruduk. Yara almamıştım ama üzerimde patlamanın izleri vardı. Paltom patlamanın etkisiyle küçük taş parçalarıyla delinmişti. Silah sesleri kesildiğinde ise yaralı olan bir arkadaşımızı arabaya koyup, Esnaf Hastanesi’ne götürdük. Hastane ‘Biz ameliyat yapmıyoruz’ diyerek arkadaşımızı tedavi etmedi. Daha sonra arkadaşımızı Cerrahpaşa Tıp Fakültesine götürdük. Arkadaşımızı tedavi için oraya bıraktıktan sonra tekrar bir araya geldik. Gidip üniversite rektörlüğünü işgal ettik.”

İŞGAL SONA ERDİ

Yaşananlardan sonra okulun idare tarafından kapatıldığını belirten Sürek, İstanbul başta olmak üzere birçok noktada protestoların yaşandığını anımsattı. Sürek, “Nisan başında okullar yeniden açıldı. Bir süre faşistler okula gelemedi. Fakat saldırılarına devam ettiler. Nisan ayı ortalarında sevdiğimiz hocamız Server Tanilli’ye bir suikast düzenlendi. Tanilli felç oldu. Yaşamını yitirene kadar felçli olarak yaşadı. Okulda faşistlerin işgali böylelikle sona ermişti” diye belirtti. 

POLİS ARACIYLA GELDİLER 

Katliamın detaylarının yargılama sürecinde ortaya çıktığına değinen Sürek, “Saldırının olduğu yere bir polis minibüsüyle geliyorlar. Minibüsü kullanan Mustafa Doğan isimli bir polisti. Olaydan sonra yurtdışına kaçtı. Sonradan Almanya’da olduğu öğrenildi ama yakalanmadı. Minibüste iki üç kişi daha var. Sivil insanlara bombayı atan MHP’li Zülküf İsot da arabanın içinde olan kişilerden biri. Zanlılar olay esnasında kaçarken, polisler arkalarından gitmek istiyor ama o zaman Reşat Altay adındaki polis komiseri izin vermiyor. Altay’ı daha sonrasında Hrant Dink cinayetinde Trabzon’da üst düzey emniyet görevlisi olarak gördük” ifadelerini kullandı.

FAİLLER BELLİ

Davanın zaman aşımına uğramasına dair, “Bizim açımızdan olay çok açık, failleri çok belli” diyen Sürek, “Belli olmayan failleri de ciddi bir araştırmayla ortaya çıkabilecek durumda. Sonuçta bu olay siyasi bir olay ve bugünkü iktidar da bu katillere sahip çıkıyor, açığa çıkarmak istemiyor. Ancak eninde sonunda bu katiller açığa çıkacaktır. Belki sağ olarak yargılanmasalar bile, tarih önünde failler ortaya çıkıp, mahkum edilmiş olacaktır” şeklinde konuştu. 

Türkiye Cumhuriyet tarihinde yaşanan bütün katliamlarda sorumluların benzer şekilde ortaya çıkarılmadığına dikkat çeken Sürek, şunları söyledi: “Aslında herkes kimin ne işler yaptığını biliyor. Kontrgerillanın yaptığı işler bunlar. Kontrgerillanın hala ayakta olduğunu görüyoruz. Bu örgüt kurulduğundan itibaren devrimcilere karşı kurulmuş bir örgütlenmedir. Bu örgüt bir sürü devrimci, sendikacı, öğrenciyi öldürdü.”

BOMBARLARDAN KAYYIMLARA 

“18 yıldır AKP iktidarının yaptığını da herkes görüyor” diyen Sürek, “Gençler geleceksizlik, işsizlik, sömürü düzenine karşı çıkıyorlar. Karşı çıktığı zamanda aynı şekilde saldırılar başlıyor. Son zamanlarda üniversitelerin saçma rektörlerle yönetilmeye çalışılmasını görüyoruz. Yönetici bulamıyorlar. Onların üniversitelerde bilim yapılması diye dertleri yok. Onlara cahil insan lazım. Ne kadar cahil insan olursa, iktidarlarını o kadar çok sürdürürler. 1978'de üniversitelere bomba atıldı. Bugün üniversitelere kayyım atıyorlar. Yarın ne olacağı belli olmaz” dedi. 

BİRLEŞİK MÜCADELE

Mücadelenin sınıflar mücadelesi olduğunu vurgulayan Sürek, “Emekçiler, kadınlar, ezilen uluslar, öğrenciler birleşip mücadele ettiği zaman bu soyguncular geriletilecek. Dağınık ve zayıf oldukları zamanda böyle katliamlar devam edecek. Bunun başka bir seçeneği yok. Tek çözüm birleşerek mücadele etmek” diye seslendi.

MA / Kadir Güney