PKK Lideri Abdullah Öcalan, 1999 yılında Türkiye’ye getirildikten sonra konulduğu İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde 22 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutuluyor. Aynı cezaevinde bulunan tutuklu diğer 3 isimle birlikte aileleri ve avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan’dan, bir yıl aradan sonra ancak geçtiğimiz 25 Mart’ta haber alınabildi. 

Öcalan, 2011 yılından itibaren adaya gitmeleri engellenen avukatları ile cezaevlerinde başlatılan açlık grevi eylemi sonucunda 8 yıl sonra 2019 yılında 5 görüşme gerçekleştirebildi, sonrasında yeniden engellemeler konuldu. 2020 yılı boyunca ise 3 Mart’ta gerçekleşen aile ziyareti ve 27 Nisan’da da telefon görüşmesi olmak üzere Öcalan’la sadece iki kez temas kurulabildi. İmralı tecridine karşı cezaevlerinde başlatılan açlık grevi eylemi 143’üncü gününe ulaşırken, Öcalan’ın sağlık ve güvenlik koşullarıyla ilgili geçtiğimiz haftalarda sosyal medyada yayılan kimi iddialar kamuoyunda endişe ve kaygılara yol açtı. Bunun üzerine kardeşi Mehmet Öcalan’ın 25 Mart’ta PKK Lideri ile telefonda görüşmesine izin verildi. Fakat yarıda kesilen bu görüşme, 4,5 dakika sürdü. 

GÖRÜŞME İMRALI’DA OLMALI 

Bu kısa temasta hukuksuzluğa tepki gösteren Öcalan, bir görüşme olacaksa İmralı’da olması gerektiğini belirterek, avukatlarıyla görüşmek istedi. Bu durum Öcalan’a dair kaygıları büyütse de ailesi ve avukatlarının bulundukları rutin başvuruların dışında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı “acil görüşme” başvuruları yine yanıtsız bırakılmaya başlandı. Yapılan son telefon görüşmesi üzerinden İmralı tecridini deneyimli hukukçu Avukat Ercan Kanar Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.

TECRİDİ KAMUFLE ÇABASI 

Son telefon görüşmesinin Öcalan’ın sağlığıyla ilgili kamuoyunda artan endişeler üzerine yapıldığına değinen Kanar, devletin böylesi bir görüşmeye izin vermek zorunda kalmasının, sıkışmışlığının göstergesi olduğunu belirtti. Devletin kamuoyunu kamufle etmek ve oyalamak için böyle bir görüşme yaptırdığının söyleyen Kanar, “Tabi Öcalan’ın kardeşiyle konuştuğu süre içerisinde söylediği sözler gayet haklı sözler. Öcalan, devletin bu tür kamuflaj manevralarına uymamak gerektiğini, asıl olanın İnfaz Kanunu ve Mahpuslara Yönelik Muameleye İlişkin Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallarına göre olan haklarının yaşama geçmesi gerektiğini vurgulamak istiyor. Tabi ki bu isteği çok haklı ve yerindedir” dedi. 

DEVLET YASALARI ÇİĞNİYOR

Devletin uzun süredir devam eden tecritle hem İnfaz Kanunu’nu hem de Mahpuslara Yönelik Muameleye İlişkin Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallarını çiğnediğinin altını çizen Kanar, “İnfaz Kanunu’nun 1'inci maddesinde; ‘İnfaz Kuralları tüm hükümlülere eşit uygulanır’ der. Yani dil, din, ırk, cins, milliyet, sınıf, siyasi görüş farklı olmaksızın hükümlülere infaz kuralları eşit uygulanır. Bu kaide 1955 yılında BM’de kabul edilen Mahpuslara Yönelik Muameleye İlişkin Asgari Standart Kurallarında ilk madde olarak geçer. Bu standart kurallar 2005 yılında revize edildi. Yani 60 yıl sonra gözden geçirildi ve ismine Nelson Mandela kuralları dendi. Neden böyle dendi? Çünkü Mandela da çok uzun süre cezaevinde yattı. Cezaevinde yatarken de mahpus haklarını sürekli gündeme getirmişti Öcalan’ın yaptığı gibi. O yüzden BM, Mahpuslara Yönelik Muameleye İlişkin Asgari Standart Kurallarının ismini 2005 yılında Nelson Mandela kuralları olarak değiştirdi” diye belirtti.

DÜŞMAN HUKUKU!

Av. Kanar, söz konusu kuralların en önemli maddesinin ise hükümlüler arasında infaz kuralları açısından asla bir ayrımcılığın olmaması gerektiğine yönelik olduğunun altını çizdi. Ceza alan kişinin artık söz konusu suçla bağının artık kalmayacağının, bu nedenle de bütün hükümlülerin eşit kabul edildiğini ifade eden Kanar, kişinin işlediği suç her ne olursa olsun cezası kesinleştikten sonra diğer hükümlülerle eşit statüde kabul edildiğini kaydetti. Kanar, şöyle devam etti: “Dolayısıyla burada ayrımcılık yapılmaması gerekir. Nelson Mandela kurallarına göre bir kişi asla kesintisiz hücre cezası olmaması gerekir. Bu yasaktır. Kesintisiz hücre değil, 15 günü aşan uzun süreli hücre cezası da asla olmamalıdır. Çok zorunlu hallerde 1 günü geçmemesi gerektiği kurallarda yazılıdır. Şimdi Öcalan’a uygulanan neredeyse süresiz bir hücre cezası var. Bu tür bir uygulama düşmanla savaş hukukunun infaz uygulamasıdır. Yani bedenen ve beyinsel olarak eritmektir. Hücre cezasının amacı nedir? Kişiyi her türlü insani özelliklerden dışlamaktır. O yüzden bu kurallarda hem süreli hem de kesintili hücre cezası yasaklanmıştır.”

‘IRKÇI İNFAZ’ UYGULAMASI 

Bir kişi hangi suçtan ceza almış olursa olsun, aile görüşünün asla kısıtlanamayacağının altını çizen Kanar, kişi en ağır disiplin cezası almış olsa bile bunun geçerli olduğunu vurguladı. Fakat Öcalan’ın hem aile hem de avukat görüşünün kısıtlandığına dikkat çeken Kanar, “Halbuki 15 günde bir ailesi ile görüşmesi gerekir. Bu hem İnfaz Kanunu’na göre hem de Mandela kurallarına göre temel bir haktır. Ama şuanda devlet ırkçılık yapıyor. Irkçı bir infaz uygulamasını Öcalan’ın üzerinde tatbik ediyor. Bu aynı zamanda onur kırıcı ve insanlık dışı bir muameledir. Dolayısıyla yapılanlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) onur kırıcı, aşağılayıcı, işkenceyi yasaklayan maddesinin de ihlalidir. Yani hem anayasada vurgulanan temel hakların hem de AİHM’de vurgulanan en önemli haklardan biri olan işkence yasağının ihlalidir. Bu aynı zamanda savaş uygulamasıdır. Düşmanla savaş hukukunun yaşama geçmesidir. Barışın gündeme gelmesine sekte vuran en önemli nedenlerden birisidir” diye konuştu. 

HUKUKİ DEĞİL

Kanar, kendisine Mehmet Öcalan’ın ağabeyi ile savcılık makamında, bir devlet görevlisinin yanında telefonla görüşmesi yapabildiğini hatırlattığımızda ise bu durumun hukuki olmadığını yineledi. Bu görüşmelerin özgürce yapılması gerektiğini belirten Kanar, “Burada İnfaz Kanunu’ndaki koşullara uyulması gerekir. Özellikle Nelson Mandela kurallarına uyulması gerekir. Kişilerin konuşması görevliler tarafından da dinlenilmemesi gerekir. Öcalan’a yönelik uygulamalar İnfaz Kanunu’nun tamamen ayaklar altına alınması ve çiğnenmesidir. Tam bir düşmanla savaş hukukunun anlayışıdır” dedi. 

‘DİKTATÖRLÜK YÖNETİMİ’

Türkiye’nin artık bir hukuk devleti olmaktan çıktığını dile getiren Kanar, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “İktidar şuan da anayasayı da ihlal ediyor, ilgili yasaları da ihlal ediyor, keyfi bir yönetim var. Bir diktatörlük yönetimi var. Buna zaten şöyle deniyor; Macaristan, Türkiye, Ukrayna, Azerbaycan gibi ülkelerde şirket tipi devlet, devletinde başında babalık yapmayı taslayan bir diktatör. Yani yasama, yürütme ve yargı ayrımının ortadan kaldırıldığı, her üç konuda da yürütmenin en başındakinin en yetkili olduğu bir düzendir. Şu anda parlamento işlevsizdir ve göstermelik bir parlamento var. Milletvekilleri göstermelik milletvekili, bakanlar göstermelik bakanlar. Yargı zaten hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olmadı. Eskiden çok cüzi de olsa bir şey vardı ama artık oda kalmadı. Şimdi yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığın zerresi kalmamıştır dersek doğru bir saptama olur.” 

'ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMALI' 

Öcalan’ın artık özgürlüğüne kavuşması gerektiğini sözlerine ekleyen Kanar, her tutuklu ve hükümlü gibi Öcalan’ın da özgürlüğü umut etme hakkının olması gerektiğini ifade etti. Bu hakkın artık uygulamaya geçmesi gerektiğini söyleyen Kanar, “Şimdi bu uygulamaya geçene kadar da bu tecridin kalkması gerekir. Ayrıca Mandela kurallında ‘hükümlünün bulunduğu cezaevi kendi memleketine, kendi ailesinin olduğu yere yakın olma’ şartı da getirildi. Yani tecrit kalkmalı ve kendi memleketine yakın bir yerde tutulmalı ve kısa bir zamanda da serbest bırakılmalıdır” dedi.

MA / Ferhat Çelik