Türkiye'de 1980 askeri darbesi sonrası Yüksek Öğretim Kurumu’nun kuruluşu ile kaldırılan rektörlük seçimleri 1992 yılında seçim ve atamanın bir arada olduğu bir sisteme dönüştürüldü.  Ancak 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilen AKP, 2016 yılında OHAL kapsamındaki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile seçimleri tekrar kaldırdı. Böylelikle üniversetilere rektörler Cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başladı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aralarında Boğaziçi Üniversitesi’nin de bulunduğu 5 üniversiteye yaptığı son rektör atamaları ise bardağı taşıran son damla oldu. Atamalar, öğrenci, akademisyen ve halk tarafından “kayyım” olarak değerlendirilirken, Boğaziçi Üniversitesi’nden başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan ve 3’üncü ayını dolduran direniş ise devam ediyor.

"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza attıkları için önce haklarında dava açılan daha sonra ihraç edilen akademisyenlerden Doç. Dr. Sibel Özbudun Türkiye’de akademinin geldiği noktayı Mezopotamya Ajansı'na değerlendirdi.

NE BİLİM KALDI NE AKADEMİ

Bir akademisyenin temel sorumluluğunun bilimden, hayattan ve emekten yana olması gerektiğini belirten Özbudun, hayatı sürekli kılabilmenin elzemliğine dikkati çekti. 1990’lı yıllarda bilimden, emekten ve hayattan yana akademisyenler olarak üniversitenin piyasaya teslim edilişini eleştirdiklerini belirten Özbudun, "En fazla tartıştığımız konu üniversitelerin neoliberal saldırı ile karşı karşıya olması ve sermayenin güdümüne girmesiydi. Bugün ise konu tamamen değişti. Onu tartıştığımız günleri özlüyorum. Çünkü bugün ortada ne bilim kaldı ne de akademi. Bugün üniversite tek adamın dudakları arasından çıkacak hükümler doğrultusunda dönüştürülüyor” dedi.

RÖVANŞİST HAREKET

AKP’yi rövanşist (intikamcı) bir hareket olarak tanımlayan Özbudun, “Siyasal islamcı bir partidir ve siyasal İslam’ın topluma yönelik bir intikamının, ya da toplumu kendi istekleri doğrultusunda yeniden örgütlemesine yönelik kültürel hegemonyayı sık sık vurguluyor” diye belirtti. Özbudun, kültürel hegemonyanın sağlanacağı alanlardan birinin üniversiteler olduğuna işaret ederek, kayyım politikaların amacının üniversiteleri zapturapt altına almak olduğunu söyledi. 

TOPYEKÜN SALDIRI

Rektör atamalarının 2016 yılında çıkan bir kararnameyle tamamen Cumhurbaşkanlığı iradesine bağlandığını söyleyen Özbudun, YÖK’ün daha önceki “sahte seçimlerinin” dahi bu şekilde ortadan kaldırıldığını ifade etti. 

Türkiye’deki rektör atamalarının bilimin kalitesini düşürdüğünün altını çizen Özbudun, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Örneğin Harran Üniversitesi’ne atanan şahıs, ‘İslami olarak Cumhurbaşkanına itaat etmek farzdır. Karşı gelmekte haramdır’ lafını edebiliyor. Ya da bir kadınla tokalaşmayı ateş tutmaktan beter olarak ifade eden şahıslar eğitim görevlileri oluyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan şahıs da AKP’li biridir. Bilimsel kriterleri açısından atadığı kişinin bırakın rektör olmayı, asistan dahi seçilemeyecek biridir. Bu, üniversitelere yönelik topyekun saldırıların bir ayağıdır. Üniversitelere yönelik bir rövanş hareketidir.”

TEK ARAÇ ‘SOPA’

Özbudun, tüm iktidarların haksızlıklara ses çıkaranlardan hoşlanmadığını ifade ederek, mevcut iktidarın da itiraz edenlere karşı baskı politikası uyguladığını söyledi. İktidarın elindeki tek aracın “sopa” olduğunu dile getiren Özbudun, “Bir laf vardır; eğer elinizdeki tek araç çekiçse bütün sorunlar size çivi olarak görünür. Bu mantıktan hareketle bütün itirazları bastırmak için ancak polis gücünü kullanmak yoluna gidiyorlar. Anti demokratik ve öğrenci düşmanıdırlar. Ama artık yapılması gereken iktidarın neyi ne için yaptığından ziyade muhalefetin ne yapacağını tartışmaktır” diye konuştu.

Tek itiraz yolunun “gövdeyi ortaya koyarak hayırda direnebilmek” olduğuna vurgu yapan Özbudun, emekten yana bir üniversitenin elzemliğine dikkati çekerek, “Üniversitenin 3 şeye biat etmemesi lazım. Sermayeye, dine, iktidarlara” diye ekledi.

Özbudun son olarak, toplumun tüm kesimlerinin üniversiteye ve akademiye sahip çıkması gerektiğini ifade ederek, duyarlılık çağrısında bulundu.

MA / Berfin Karaman