Artı Gerçek'ten Alin Ozinian, KONDA’nın genel müdürü Bekir Ağırdır ile yaptığı söyleşinin ikinci bölümünde AKP’nin planladığı seçim stratejisini, muhalefetin önünde seçimleri kazanmak için ne gibi fırsatlar olduğunu, 2019 yerel seçimlerinden Türkiye’nin öğrendiklerini ve muhalefetin seçim sonrası adımlarının neler olması gerektiğini konuştu.

Her dönem Türkiye’de hükümetler değişince tabii ki kaybeden bir grup da oluyordu sizin bahsettiğiniz gibi. Ama bu sefer sanki biraz daha farklı. Belki bu AKP hükümetinin çok uzun yıllardır hükümet olması ile ilgili bir şey,  bir dönemden bahsediyoruz, 4-5 seneden değil. CHP’nin başını çektiği bir muhalefetin rövanşist olacağı duygusuna kapılmış durumdalar, siz de belirttiniz söylemleri hep bu yönde. Dolayısı ile bir korku ortamı yaratılmaya çalışılıyor. Tüm bunlardan yola çıkarsak 2019 yerel seçimlerinden Türkiye ne öğrendi? Muhalefetten korkmamayı öğrendi mi? Muhalefetin güçlenmesi noktasında 2019 seçimlerine ne rol biçiyorsunuz?

Bekir Ağırdır: 2019 yerel seçimleri demin dediğim gibi hem “negatif kimliklenmenin” ana belirleyici unsur olduğu bir seçim oldu birincisi. Dolayısı ile bunun en önemli sonucu olarak, CHP’nin özellikle adayları kamuoyunda çok konuşuldu. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş ve diğer adayların da hemen hemen tümü -CHP’nin örgütsel tavrını da ekleyelim - karşı tarafı yeniden böyle bir kutuplaşma diline ya da kutuplaşma duygusuna sevk edecek bir dil değil aksine bütünleştiricilik üretecek bir dil kullandılar.

Bu en azından neyi sağladı? Ne olursa olsun bağrımıza taş basalım Binali Yıldırım’ı örneğin koruyalım duygusunu üretmedi burada. Dolayısı ile AK Parti seçmeni iken diyelim ki 2015-2016’da, yerel seçimlerde o şikâyetlerinden nedeniyle sandığa gitmediler. En azından kendi insanımız dedikleri Binali Bey’e aynı güçte aynı sadakatte sahip çıkma duygusu üretmedi. Şimdi bunun tabii CHP’ye ve CHP’li adaylara dil konusunda bir şeyler öğrettiğini varsayacağız. Nitekim özellikle Kemal Bey’den başlayarak farklı bir takım açılımlar söylemleri duyuyoruz ama bütün hikaye burada partiler ve partinin resmi söylemleri üzerinden şekillenmiyor.

Ülkenin geleceğini dair aynı ufka bakmak gibi bir meselemiz var

Yani sosyal medyada biraz önce sözünü ettiğim nasıl bir tarafta Cumhuriyet ile hesaplaşalım diyen, Cumhuriyet’e ya da Atatürk’e karşı olduğunu ima eden, bunu açıktan söylenemeyen ama İnönü ve CHP söylemi üzerinden giden bir kitle varsa, bu tarafta da dini her referanstan şeriat arayan, dini bir bakıma tümüyle gericilik olarak gören bir başka kor küme var. Dolayısı ile bu iki kümenin dillerinin ateşi ve harareti zaman zaman ortalığı kaplıyor. O nedenle bugün Türkiye’nin ihtiyacı sadece doğru bir aday ismi değil. Diğer taraftan, Kemal Bey’in helalleşme cümlesi de önemliydi aslında. Yeni baştan ortak bir duyguya gelmek, bir ülkenin geleceğini dair aynı ufka bakmak gibi bir meselemiz var bütün farklılıklarına rağmen.

O nedenle tek başına CHP’nin söylemi yetmiyor. CHP’yi temsil eden bütün o diğer sivil toplumdaki aktörler ya da gündelik hayattaki insanlar ya da ilçe başkanları bile burada önemli. Çünkü Türkiye insanı n bu tür fikri kopuşları ya da yeni fikirleri, yeni ilişkileri öyle sadece lider üzerinden, televizyon reklamı ya da sosyal medya mesajları üzerinden olmuyor biliyorsunuz. Gündelik hayatta görülmeli bunlar.

Bunu en iyi anlatan örnek şu; babam hayatı boyunca doğup büyüdüğü kasabanın en yoksullarından sayılabilecek bir hayat yaşamış, muhafazakar, hayatı boyunca Adalet Parti’si, ANAP, sonra AK Parti’ye oy vermiş bir insan. Gezi sırasında 2013’te ilk defa meydana çıktı, meydanlara çıktı o insanlarla beraber. 3 gün boyunca da çıktı. Ne yaptın orada dedim, zıpladım dedi, 85 yaşındaydı. Ama 4.gün dedi ki artık çıkmayacağım. Niye dediğim zaman söylediği cevap şuydu: kasabada yoksul olduğum için benimle kahvede oturmayan insanlar var o meydanda ve oy verdiğimde Denizli’de onlar iktidar olacak.

Şimdi ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Haklıdır haksızdır o ayrı bahis, toplumun bir kesiminde bu duygu da var kabul edelim ki. Dolayısı ile Türkiye’nin sorunu birazcık bu rövanş meselesi ile de alakalı.

Zihniyet ve suçla aynı çuvalın içinde hesaplaşmaya çalışıyoruz

Biz hemen her konuda şöyle bir hata yapıyoruz. Bunu Ergenekon meselesinde de yaptık, bunu FETÖ meselesinde de yaptık. Zihniyet ve suçla aynı çuvalın içinde hesaplaşmaya çalışıyoruz. Zihniyet ile toplumsal planda, sivil planda, siyasette tartışırsınız. Ama suç ile mahkemelerde hesaplaşmanız lazım.

Eğer bugün muhalefetteki aktörler, AK Parti’nin en azından bu son 3-5 yılında, yaptıklarında rövanşist duygusu vermek istemiyorlarsa, bu zihniyet ile suç eylemini ayırmak zorundayız. Biz bu ayrımı yapamıyoruz, sanki hayatımızda hiç darbe olmamış gibi cemaatin saçma sapan dava komploları yüzünden ülkenin bütün darbe tarihini temize çektik gibi bir durum ile karşı karşıyayız. Ama aynı şey cemaatin yaptıkları meselesi ve ona bağlı olan KHK’lılar meselesi.

Bunun yolunu açmanın yolu da siyaset elbette ve siyasetin o yüzden şu netlikte olması lazım. “Devr-i sabık yaratırım yaratmam, rövanş alırım almam, vallahi billahi ben öyle yapmayacağım” demek değil. Zihniyet ile suçu çok somut tanımlamak ve ayırmak. Suçluları elbette mahkemelerde yargılayacaksınız. Yani hırsızlığın üzerine sünger mi çekilecek? Bir bankaya para yatırdı diye insanlar işlerinden atıldı. Onlarla, 15 Temmuz darbesine karışan, meclisi bombalayan insanı aynı kaba koyduğun zaman işte bugün karşılaştığımız karmaşıklık ile karşılaşıyoruz.

‘2022 SONBAHARINDA SEÇİM BEKLİYORUM’

Devr-i sabık yaratmamak belki de Türkiye’nin genel tarihi ile ilgili bir şey. Hiçbir dönem yaratılmadı. Yine dediğiniz gibi darbe artık çok ‘antipatik’ bir şey oldu ama eski dönemlerde de bir sürü kahramanlaştırılmış darbecilerimiz var. Saygı duyulan, ismi yere göğe sığdırılamayan, bunu belki ayrıca konuşabiliriz ama ben başka bir şey sormak istiyorum size. Ufukta erken seçim görüyor musunuz?

Bekir Ağırdır: Rasyonel akıl yürütme ile tabii ki yarın sabah ne olur ya da küresel dinamikler ya da içerideki ekonomik dinamikler ile nereye savruluruz kestiremem ama ben 2022 sonbaharında seçim bekliyorum. Yani bu akıl yürütmemin de birkaç unsuru var; öncelikle erken seçim olabilmesi için iktidar dediğimiz siyasi gücün yönetme mekanizmaları üzerindeki hâkimiyetini kaybetmiş olması lazım. Yani bürokraside hâkimiyetini kaybetmiş olması. Böyle bir durum var mı yok? Tam tersine, her ilçedeki memura, en uçtaki memura kadar bütün mekanizmanın ne yapacağını denetleme ve yönetme kapasitesi ve gücü sürüyor.

İkinci olarak yönetirken ülkeyi, ihtiyacı olan -yasa kural koymak, kurum oluşturmak konularında - yani yasama gücünü kaybediyor olması lazım. Öyle mi hayır. Bu gece bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile istediğini yapabiliyor. Mecliste istediği yasayı istediği gibi çıkartacak çoğunluğa sahip. Orada da sorunu yok. Peki sokakta bütün bu maharetlerine, sahip olduğu gücüne rağmen sokaktaki hayata hakim değil desek, Türkiye insanı böyle sokaklara kendini atan bir toplum da değil... Seçim sandığını bekliyor insanlar ve seçimde oyları ile meselesini çözüyor.

‘EKONOMİK PROGRAMDAN’ İYİLEŞME BEKLİYORLAR

Buna karşılık iktidarı seçime zorlayacak şeyler var; bu ekonomik sarsıntı vs. Şimdi buradan bakıca küresel dinamikleri de var, tabii orası ayrı bir bahis. Bir sürü şey söyleyebiliriz belki ama onlar da en az bu saydığım unsurlar kadar önemli fakat onları kestirebilme şansımız yok bugün. Yarın Libya’da ya da Ukrayna’da ya da Suriye’de öyle şeyler olur ki ya da Kıbrıs’ta ülke birden bire bambaşka bir atmosfere girer. O da mümkün elbette. Ama bir yandan da bütün bu yeni ekonomik program denen -- son 1 aydır kararlı bir biçimde, yanlış da bulsak kararlı bir biçimde sürdürülmeye çalışılan o programdan anlaşılıyor ki samimiyet ile Haziran’da iyileşme bekleniyor ya da bekliyorlar. En azından bu politikalara sürdürmeye çalışanlar bekliyor.

Yazın bu döviz kurları ile baktığımız zaman herhalde Avrupa’nın bütün düşük gelirli insanlar bile tatil yapabileceği bir imkana kavuşacak Türkiye’de. Hani doların bugünkü kuru ile Avrupa’da, Almanya’nın asgari ücreti bile Türkiye’de hoş bir tatil yapabilir fiyatlara gelecek. Dolayısı ile beklenenden öte bir turizm geliri olması bekleniyor. Yaz ile beraber tarımsal üretim meselesi var. Tatil rehaveti var. Ben bütün bunları üst üste koyarak hükümetin planının Haziran sonu gibi sayılara bakıp Temmuz’da, Ekim’de seçim diyeceği bir beklenti içindeyim. Bir yandan da muhalefet aktörleri tarafından sıkça dillendirilen “hükümet 19 Haziran’da seçime hazırlanıyor”  gibi bir istihbarat var. Hepsi mümkün ama 2023 Temmuz’unu bekleyemeyeceğimizi sanıyorum diğer yandan 1 ay sonra da seçim öngörmüyorum.

Peki, Bekir Bey sizce hükümet kazanacağına emin olacağı bir seçime mi girecek? Aksi takdirde seçim konusunu dile getirmeyecek mi kazanacağına emin olmazsa?

Bekir Ağırdır: Yok ben o kanaatte değilim. Bakın Türkiye’den yani bu topluma bazı şeyler bazı haklı eleştirilerimiz olabiliyor ama Türkiye toplumunun kazanımları var. Yani 1950’de Cumhuriyet’i kurmuş kadroların partisine rağmen muhalefete oy vermişler ve İsmet İnönü de o günün İsmet Paşa’sı da iktidarı devretmiş. 1960 ihtilali olmuş.

‘BU TOPLUMA SEÇİM YOK ARKADAŞ DEME İHTİMALLERİ YOK’

Başbakanı asmışsınız ve o hareketin devamı olduğunu gizlemeyenlere böyle yüzde 50 – yüzde 55’ten fazla oy vermiş, askerler de Demirel’e iktidarı devretmiş. 1973’te bu ülke soğuk savaşın en yoğun döneminde toprak işlerinde su kullananın diyen Ecevit’e oy vermiş. 1980 darbesi yapmışsınız. Bu kadar insanı işkenceden geçirmişsiniz. İdam sehpaları kurmuşsunuz. Generallerin partisine değil Özal’a oy vermiş. Şimdi bu topluma seçim yok arkadaş demek ya da seçimi geriye atıyorum demek ihtimaliniz yoktur bir kere. İstanbul seçimleri bile iktidara böyle bir tahayyülü bile aklınıza getirmeyin dedi yani onun için ben o olasılığı görmüyorum.

Ama şunu konuşuyoruz;  seçim olur da kaybederse iktidarı devreder mi AK Parti soruları soruluyor. Ben bu soruların tartışılmasının bile doğru olmadığını düşünenlerdenim. Tam tersine akıllarından böyle şeyler geçiyorsa bile bu tartışmalar onlara cesaret verir ya da onların istediği iklimi yaratır. Onun içine bu tartışmayı bu memlekete haksızlık diye düşünüyorum. Ama şunu tartışırız ve yani ben de asıl yapacakları şeyin o olacağını sanıyorum. Seçim güvenliği deyince ya da seçim deyince hep sandığa giren oya bakıyoruz ve o oyu korumayı anlıyoruz. Hâlbuki o oyun kararının oluşma aşaması da önemli seçmen dediğimiz bireylerde, o süreç önemli. Dolayısı ile o gün değil o günden öncesi önemli.

Türk dediğiniz zaman o insanların DNA’larında güvenlik arayışı var                                                

Ben bugünkü iktidarın hem siyasi alanı daraltarak hem giderek medya üzerinden, sosyal medya üzerindeki -bakın bugün de bir takım komedi programları yasaklanmış falan -baskıcılığın amacı aslında seçmenin kafasındaki tercih meselesini yönetmeye çabalamak.  Bunların da artacağını sanıyorum. Bugünkü gidişatı tersine çevirme ihtimali var mıdır? Rasyonel akılla baktığınız zaman toplumun tercihlerine, o kadar kayda değer biçimde AK Parti’nin yeniden eski gücüne getirecek şekilde bükme şansı yok. Öyle bir mahareti de ve öyle bir kapasitesi de kalmamıştır. Bir yandan da şunu da konuşmamız lazım, Türkiye kimliği, Kürt kimliğinin ihtiyaçlarını taleplerini bunca yıldır konuşuyoruz ama Türk kimliğini çok az konuştuk aslında. Türki kimliğinin bir ana unsuru Cumhuriyet ile beraber oluşturulmuş, oluşmuş bir unsuru var, güvenlik arayışı Alin Hanım. Haklı görürüz, haksız görürüz başka bahis. Ama Türk dediğiniz zaman o insanların DNA’larında güvenlik arayışı var ve güvenlik arayışının timsali de devlet.

Eğer toplum, bütün bu değişimin, iktidar değişiminin yada bu sürecin, çözüm değil de daha büyük bir karmaşıklık daha büyük bir kaos üreteceği gibi bir kaygıya kapılırsa, AK Parti olduğu için değil ama devleti temsil ettiği için, devlet bu karmaşayı çözsün umudu ile bükülebilir. Ve de ben iktidarın önümüzdeki dönemde ancak bu tür politikalar ile seçmenin tercihini belirlemek gibi bir çabaya gireceğini zannediyorum. Ne kadar karşılık bulup bulmayacağını göreceğiz. Dolayısı ile seçim olur mu olmaz mı veya seçim olursa ne olur sorusundan önce bu süreçte muhalefetteki aktörlerin topluma umut vermek için, bu değişimin, bir iktidar değişimi, bir kaos ve karmaşıklık değil tam tersine yeni bir dönemi başlatacağını doğru anlatması lazım. Eğer bunu anlatabilirse, iktidarın bütün bu çabası da işe yaramayacaktır.

Dediğinizden ben şunu anlıyorum, yanlışsa düzeltin lütfen: hükümet seçimden sonra oluşacak durumu ülke için bir iç karışıklık senaryosu olarak göstererek korkutur mu seçmeni, bunu mu demek istiyorsunuz? Hayırlı bir yere gitmeyiz mi der?

Bekir Ağırdır: Aynen aynen. Yani yönetemezler ülkeyi ve bu karmaşayı yönetemeyecekler. Aksine daha büyük bir karmaşıklık çıkacak duygusunu vermeye çalışır ve bunu yaratmaya çalışır.

Hükümetin bu olası iddiasına karşılık muhalefet, CHP başkanlığında diyelim,  ne yapmalı? Bir de şöyle bir gözlemim var. Nedense siyasetin son dönemde hem hükümet hem de muhalefet tarafından kişileştirildiğini görüyoruz. Kişiler üzerinden gidiyor. Olgular, amaçlar üzerinden değil. Bunu kırmak gerekli mi sizce? Yoksa aksine Türkiye toplumu kişilere, liderlere güvenen bir toplum mu? Bu anlamda kişileştirilmiş siyasetin bu dönemde daha mı öne çıkması gerekiyor taktiksel olarak, oy toplamak için?

Bekir Ağırdır: Tam tersine. Bir kere yanlış tümüyle. Benim tezim o. Birkaç tane katmanı var yanlış derken. Bir, Türkiye insanında batılı anlamda bir bireyselleşme düşük. Yani batılı anlamda bireyselleşme derken, Türkiye insanı için hayatın öznesi aile üzerinden çalışıyor. Bu sadece öyle ataerkillik anlamında da değil. Bir dayanışma mekanizması, beraberce bir “survive” etme güdüsü üzerinden çalışıyor birincisi bu.

‘MUHALEFETTE ÖRGÜTSEL FAALİYET NEREDEYSE YOK’

Dolayısı ile bu insanlar yani her birimiz, sadece araştırmacı Bekir olarak, gazeteci Alin olarak değil aynı zamanda kadın olarak, aynı zamanda yeşil aktivist olarak bir sürü farklı yerden bakıyoruz ve bugün hele sınıfsal alan çoğaldıkça artık sadece liderlerden, koltuklarında oturan tüketiciler olarak seçmenle ilişki kurmak Türkiye’de geçersiz. Halbuki bugün siyaset bunu yapmaya çalışıyor. Örgütsel faaliyet yok neredeyse muhalefette.

Hatırlayın bir zamanlar ne konuşurduk mesela 2013-2014’e kadar bile. Efsane gibi anlatılan bir AK Parti örgütü konuşulurdu, AK Parti kadınlarının örgütü konuşulurdu, ev ev dolaşılıyor diye. Şu anda seçime 1 yıl kaldı, henüz öyle ev ev dolaşan CHP örgütü falan yok ortalıkta gördüğünüz gibi. Seçmen ile güven ilişkisini kuracak sadece Kemal Bey’miş gibi bir strateji var ortada.

Bu bir kere doğru değil, çalışmaz da aynı zamanda. O neden ben şu cümleyi kuruyorum. Esnaf ziyaretlerine gidiyorlar. Henüz daha hiçbir sendikayı ziyaret etmediler. Hiçbir STK’ya gitmediler. Kaz dağlarında bu yağmurda karda orada ağaçlara kendilerini bağlayıp bekleyen gençlere de gitmediler, ya da bir Cuma akşamı Beyoğlu’nda kadın hareketi coplanırken yanında da durmadılar. Yoksa öyle televizyonda tek başına çıkıp, sosyal medyada video yaptınız, işte kadın haklarını tanıyacağım dediniz. Bu kadar kolay ve basit değil ki...

Yani hikayeyi böyle hep bir bireyselleşme üzerinden kurmak ve siyaseti de o bireysellik üzerinden tanımlamak doğru değil. İşin bir yanı bu. İki, hep şöyle bir jargon var. Türkiye lidere tapar da liderci bir seçmen var falan. Bu da kocaman bir efsane. Türkiye’de liderci seçmen dediğimiz tipoloji elbette vardır. Yani siyasi tercihlerini lider ile ilişki üzerinden oluşturan insanlar vardır. Ama bu bizim tespitimize göre yüzde 25’lerde ve bu yüzde 25’in zaten 20’si zaten Tayyip Erdoğan etrafında. Ama aynı zamanda işte ülkede bir %35-36 insan var ki fikri bir mutabakat üzerinden partiye oy veriyor. %20 civarında insan var ki duygusallık ya da kimliği üzerinden oy veriyor. Yüzde 10 insan var ki sizin benim gibi her naneyi bildiğini varsayan hiçbir partiyi beğenmeyen ama seçim sabahı da gidip birisine oy verenler var. Bir de yüzde 10’lar tersi hiçbir naneyi bilmiyorum abi ben deyip sadece o seçim afişlerine bakıp gidip oy veren ya da sandığa gitmeyenler var.

Üçüncüsü de ki temel problem burada, Türkiye’de bugün bu kadar kimlikler kutuplaşmalar çözülüyor desek  bile hala varlığını sürdüren bu kadim gerilimler üzerinden yeniyi arıyorsak, yapılabilecek şey, bu gerilimler kimlikler kutuplar yokmuş gibi davranmak değil. Tam tersine bütün bu gerilimleri kimlikleri bütün geçmişi ile tanımak ama yeniyi kimlikler üzerinden değil ortak hayat üzerinden kuracağım demek. Bunu bu samimiyet ile anlatmak topluma.

Saadet partisi muhafazakarların, İYİ Parti gelenekselcilerin, HDP Kürtlerin, CHP seküler dünyanın partisi olarak biz bu kimliklerin temsilcisi olarak bir araya geldik ama bir kimliğin inşası için değil ortak hayatın inşası için, kimliklerimizi kenara alarak düşünmeye siyaset yapmaya geldik derse ancak o zaman o ittifakta Kürt mü var dindar mı var muhafazakar mı var tartışmasından kurtulunur veya adayın kim olduğu meselesinden kurtulunur. Ama bugün muhalefet bunu da yapmıyor. O zaman bir tek aday konuşuyoruz.

Aday meselesi evet kim olursa olsun belli bir oydan başlayacak zaten AK Parti karşıtlığı duygusundan beslenerek. Ama meselemiz seçimi kazanmaktan ibaret değil. Meselemiz gerçekten nizamı yeniden demokratikleştirerek şeffaflaştırarak inşa etmek. Sadece nizamı da değil, yargıyı, eğitimi her şeyi. Dolayısı ile seçimi yüzde 50.1 ile kazanmak yetmez. Yüzde 58-59 oy almazsanız böyle bir siyasal güç ve siyasal bir çoğunluk elde edemeyeceksiniz demektir. Ve bütün bu kadim problemlerin üzerine bir değişim ve de oralarda yapılacak değişim sürecinde yapılacak hatalar daha büyük karmaşaya yol açabilir.