İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" talebiyle sürdükleri eylemin 626’ncısını, yayınladıkları video ile online gerçekleştirdi. Bu haftaki eylemde, Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Alaca köyünden 25 Eylül 1993’te ilçe merkezine geldiği sırada polis arama noktasında 11 kişi ile birlikte gözaltına alınıp kendisinden bir daha haber alınamayan 12 yaşındaki Ümit Taş’ın hikayesine yer verildi. Taş’ın öyküsünü, İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp komisyonu üyesi Fırat Akdeniz anlattı. HDP eski Milletvekili Osman Baydemir ve İHD Eş Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Bataray Saman ise Taş için yürütülen hukuki mücadeleyi anlattı.

OPERASYON BÖLGESİNDE GÖRÜLDÜ

Taş’ın polis tarafından gözaltına alınıp bir hafta boyunca bekletildiği Kulp İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde tutulduğunu anımsatan Akdeniz, her akşam akrabaları tarafından Taş’a yemek götürüldüğünü belirterek, “Akrabaları en son emniyete gittiklerinde ise polisler onlara ‘Ümit’i bıraktıklarını’ söyler” dedi. Taş ile birlikte gözaltına alınıp bırakılanların beyanlarını aktaran Akdeniz, tanıkların “Ümit ile birlikte yaklaşık 1 hafta boyunca Kulp emniyetinde gözaltında tutulduk. Daha sonra Kulp Komando Taburuna getirildik. Orada 2 gün gözaltında kaldıktan sonra bir kısmımızı serbest bıraktılar, Ümit ve diğerlerini ise Kulp-Muş sınırında yer alan Şenyayla bölgesindeki operasyon alanına götürdüler” dediğini hatırlattı. Operasyon bölgesindeki yurttaşların aktarımını da yer veren Akdeniz, köylülerin elleri bağlı bir şekilde ve askerlerin eşlik ettiği yaklaşık 15 kişiyle birlikte Taş’ın bölgeye getirildiğini gördüklerini söyledi.  

Taş’ın akıbetine ilişkin ağabeyi Mehmet Ali ve babası Kemal Taş tarafından Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunulduğunu, ancak herhangi bir sonuç alınamadığını aktaran Akdeniz, bunun üzerine baba Taş’ın İHD Diyarbakır Şubesi’ne gelerek, oğlu için kayıp başvurusunda bulunduğunu ifade etti. 

EŞYALAR ATK EMANETİNDE KAYBOLDU

1994 yılında Av. Osman Baydemir’in Taş ile birlikte gözaltında kaybedilen 11 kişi ile ilgili davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdığını kaydeden Akdeniz,  gözaltında yaşam hakkı ihlali tespiti yapan AİHM’in 2001 yılında başvuruyu karar bağlayarak, ailelere tazminat ödenmesine hükmettiğini ifade etti. “2004 yılında Kulp ilçesi Alaca köyünde bir çoban derede insan kemiklerine rastlar” diyen Akdeniz, haberin yayılması üzerine kayıp yakınlarının bölgeye gittiğini söyleyerek, “Orada kemiklerin yanında bir takım eşyalar da bulunur. Kayıp yakınları bu eşyaların kendi yakınlarına ait olduğunu tespit eder. Daha sonra kayıp yakınlarından DNA testi alınır ve kemikler ATK’ye gönderilir. Fakat sonrasında kemikler ATK emanetinde kaybolur” ifadelerini kullandı. 

DAVA YARGITAY AŞAMASINDA

2013 yılının Ekim ayında Diyarbakır 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Kulp Alaca Köyü katliamı” davasının açılmasına karar verildiğini belirten Akdeniz, şunları söyledi: “O dönem Kulp Şenyayla Operasyonu Bolu 2. Komando Tugayı ve başında bulunan Tuğgeneral Yavuz Ertürk tarafından icra ediliyordu. 19 Eylül 2018 tarihinde 18’inci duruşması yapılan Kulp Alaca Köyü Katliamı davasında, mahkeme operasyonu yöneten Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında ‘yeterli ve ikna edici delil bulunmadığından sanığın beraatine’ karar verir. Bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu 9 Aralık 2020 tarihinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi tarafından reddedilir. Dava şu an Yargıtay aşamasındadır” şeklinde konuştu. 

‘TAKİP EDİLMEMESİ İÇİN ANKARA’YA GÖNDERİLDİ’

Türkiye’deki “cezasızlık politikası”na dikkat çeken İHD Eş Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Bataray Saman da “İHD Hukuk Komisyonu, İlk olay olduktan sonra tüm iç hukuk yoları tükettikten sonra AİHM’e başvurduk. Dosyalar savcılığın tozlu raflarında zaman aşımının dolmasına terk edildi. Ama girişimlerimiz sonucunda 20 yılının dolmasına birkaç gün kala Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Yavuz Ertürk hakkında bir iddianame düzenledi. Diyarbakır ağır ceza mahkemesi, sanığın hiç ifadesini almadan, her hangi bir risk ve tehdit söz konusu olmamasına rağmen dosyanın güvenlik nedeni ile Ankara’ya taşınması kararı verdi” dedi. 

Dosyanın Ankara’ya gönderilmesinin sebebinin dosyanın takip edilmesinin engellenmesi için olduğunu belirten Saman, ancak bu rağmen tüm duruşmaları ve dosyayı takip ettiklerini söyleyerek, “Ama maalesef cezasızlık politikasının bir süreci olarak bu dosyada da beraat kararı verildi” dedi. 

‘HEYET KEMİKLERİ SAVCILIĞA GÖTÜRDÜ’

Dosyada çok önemli delilerin var olduğunu ve dosyanın Türkiye’deki toplu mezar tarihine ilişkin önemli olduğunu kaydeden Saman, “Kulp Alaca toplu mezarına ilişkin TBMM’nin de önemli bir inceleme raporu var, raporda toplu mezarlara ilişkin önemli tespitler söz konusu. Yani toplu mezarlar konusunda devletin ve yargı makamların yaklaşımı konusunda da çok önemli bir dosyadır. Çünkü, aileler orada yakınlarına ilişkin kemik ve özel eşyalar gördükten sonra Kulp Savcılığı’na ısrarla başvurmalarına rağmen savcıyı oraya götüremediler. En son çare olarak o dönem İHD Başkanlığını yürüten Selahattin Demirtaş ve beraberindeki İHD heyeti, gidip tüm kemikleri ve orda bulunan delileri toplayı savcılığa götürdüler” diye konuştu. 

‘ADLİYE EMANETİNDE KAYBOLDU’

Hem kemiklerin ailelerin toplamak zorunda kalması hem herhangi bir olay yeri incelemesi yapılmamış olması hem de sonrasında yaşanan Adli Tıp sürecinin Türkiye’deki toplu mezarlara ilişkin önemli veriler verdiğini kaydeden Saman,“11 köylünün kemikleri adli tıp incelemesinden sonrasında adli emanetinde kapatıldı, kemiklerin adli emanetinde kaybolması gerçekten Türkiye tarihine geçen ayrı bir olay, buna ilişkin de dosya devam ediyor” ifadelerini kullandı.  

‘İNSANLAR GÖZALTINDA KAYBEDİLİYORDU’

90 yılların insan hakları için en karanlık yıllar olduğunu dile getiren HDP eski milletvekili avukat Osman Baydemir ise “Köyler yakılıyordu, insanlara işkence ediliyordu ve güpegündüz sokak ortasında insanlar öldürülüyordu. İnsanlar devlet güçleri tarafından gözaltına alınıyordu ve bir daha kendilerinden haber alınamıyordu. İnsanlar gözaltında kayıp ediliyordu” dedi. 

‘YARGILANACAKLAR’

İHD’nin gözaltına alındıktan sonra kaybedilenlerin izini sürmeye başladığını belirten Baydemir,  “Bunun bir örneği de 1993 yılında Kulp’un bir köyünde 11 köylü devlet güçleri tarafından gözaltına alındı ve bir daha kendilerinden haber alınamadı. Tüm yargılamalarda ortaya çıktı ki, 11 köylü devlet güçleri tarafından ve askeri komutanların sorumluluğumdan gözaltına alındılar ve infaz edildiler.  Devlet tazminata mahkum oldu. Maalesef devlet, hiçbir zaman kendisiyle yüzleşmedi. Bir kez daha söylüyorum, belki bugüne kadar kaybedilenlerin hesabı sorulmadı, ancak inanın ki hakikat bir gün illa ortaya çıkıyor. İnsan haklarının ihlallerinin sorumluları, gün gelecek yargılanacaklar. Gün gelecek her şey ortaya çıkacak” ifadesinde bulundu.