Türkiye'de en karanlık dönemlerden birisi olarak tarihine işleyen 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 41 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in başını çektiği darbe sonrası hükümetin faaliyetlerine son verildi ve ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilan edildi. Başta siyasi parti ve sendikalar olmak üzere binlerce sivil toplum örgütü darbe sonrası kapatıldı. Darbe gerçekleştirenler bununla sınırlı kalmadı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi ve bunlardan 50'si idam edildi. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü ve 171 kişinin "işkenceden öldüğü" belgelendi. 

Darbe sonrası 30 bin kişi "sakıncalı" olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi "siyasi mülteci" olarak yurt dışına gitti. 937 film "sakıncalı" bulunduğu için yasaklandı, 23 bin 677 derneğin kapısına kilit vuruldu, 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi. Yine 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 

31 YIL SONRA SORUŞTURMA

Darbenin sorumlularının yargılanmasının önü ise ancak 2010'da yapılan referandumla açıldı. 7 Nisan 2011 tarihinde görülen dava duruşmasında, darbeyi gerçekleştirenlerden dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ali Tahsin Şahinkaya hakkında "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek" suçlamasıyla müebbet hapis cezası verildi. Ancak Yargıtay'ın, Evren ve Şahinkaya hakkında verilen mahkumiyet hükmüne ilişkin kararı bozmasının ardından dava tekrar görülmeye başladı. Sanıkların bir süre sonra yaşamını yitirmesi üzerine dava düştü.  

ŞİDDET DALGASI

Dönemin tanıklarından biri olan Fikret Melih Çolakoğulları, darbeden 2 ay sonra gözaltına alındığını ve 4 yıl tutuklu kaldığını aktardı. Darbe öncesinde 'Kurtuluş' adlı grupla, devrimci faaliyetler içerisinde bulunduğunu söyleyen Çolakoğulları, darbenin geleceğinin herkes tarafından tahmin edildiğini, fakat buna karşı bir hamle yapılamadığına işaret etti. Çolakoğulları, "12 Eylül fiziksel bir şiddetti. Şiddetini her şeyiyle ortaya koydu. Sadece devrimcilere değil, halkın tümüne ciddi bir şiddet uygulandı” dedi. 

AÇLIK GREVLERİ

Yakalandığı süreçte gözaltında işkenceye maruz kaldığını ifade eden Çolakoğlulları, “72 günlük gözaltından sonra cezaevine gönderildim. Cezaevlerinde baskı ve şiddet çok yoğundu. O zaman Diyarbakır gibi Metris gerçeği de vardı. Metris Cezaevi 1981 yılında açıldı. Tüm cezaevlerinden insanlar oraya toplandı. Çok ciddi kaba dayak ve işkence ile açıldı. Uzun süre yaşanan baskılara karşı açlık grevleri gibi direnişler yaşandı” diye kaydetti.

Devrimcilerin tüm baskılara rağmen cezaevlerini de mücadele alanlarına çevrildiğine dikkati çeken Çolakoğlulları, “12 Eylül’le birlikte cezaevlerindeki tüm kazanımlar ortadan kaldırıldı. Dışarıda devletin kitle üzerinde yarattığı şiddet ve korku cezaevlerinde de oluştu. Devlet mücadele edenleri topladıkça, içeride de onları sistemle barıştırmaya çalıştı. Tek dertleri mücadelenin önünde olanları süreçten koparmaktı" ifadelerini kullandı. 

DEĞİŞEN ZOR AYGITLARI

Çolakoğulları, darbe dönemi ile günümüzü de karşılaştırarak, şöyle devam etti: "İktidarı Erdoğan ile özdeşleştirmiyorum. Bugün Erdoğan da bu sistemin bir parçasıdır. Eğer bu mücadeleyi kazanamazsak yarın onun yerine bir başkası gelecektir. Biz devrimciler her dönem iktidardan baskı ve zoru gördük. Bu baskı kimi zaman postallar aracılığıyla kimi zamansa mahkemelerle oldu. İşkencelerin azalması sistemin demokratikleşmesi anlamına gelmez. Sistem periyodik olarak dönem ve zemine göre baskı ve zor aygıtlarını değiştiriyor” şeklinde konuştu.

Darbeyle yüzleşilmesi noktasında ciddi adımların atılmadığını kaydeden Çolakoğulları, “12 Eylül ‘yargılandı’ deniyor. Ama hepsi kitleler nezdinde göstermelikti. Dün Özal ne ise bugün de Erdoğan aynıdır. Bugün AKP,  12 Eylül Anayasası ürünüdür. 12 Eylül’ün getirdiği yasalarla bugüne kadar gelmiş ve bizleri bunlarla yönetmiştir” dedi. 

MEZARI BELLİ OLMAYANLAR 

12 Eylül darbesi mağdurlarından Abdullah Öztüre ise, gözaltına alındığında yaralı olduğunu ve gözaltının 4'üncü gününde askeri hastaneye kaldırıldığını aktardı. Öztüre, “Yapılan muayenede kaburgalarım ve ayağımın kırık olduğu ortaya çıktı. Nefes almakta zorlanıyordum. Bana bunu yapanlara dava açtım ama göstermelik cezalarla hayatlarına devam ettiler" dedi. 

O dönemde kaybedilen ya da katledilen kimi arkadaşlarının bazılarının halen mezarlarının dahi belli olmadığını kaydeden Öztüre, darbeyle toplumun susturulup yeni bir düzenin inşa edilmeye başlandığının ifade etti. Öztüre, “Sistem inşası daha önce başlamıştı. Ama buna direnenler vardı. Bu direnenleri ezmek için darbe yapıldı. Toplum yaşananlara karşı güçlü bir direnişi öremediği için adım adım sindirildi. Cezaevlerini de teslim almak için bir süreç işletildi. ‘Bu günler geçecek daha sonraki günlerde bunlardan kurtulacağız’ söylemi toplumda hakimdi” diye belirtti.

YÜZLEŞME

O dönemle yüzleşilmediği ve adaletin tesis edilmediğinden kaynaklı şu an yaşanan baskı ortamının olağan kabul edildiğine dikkati çeken Öztüre, şöyle devam etti: “Cunta insanları mesleklerinden men ederek açlığa mahkum etti. Bu Avrupa’da insan hakları suçu olarak kabul edilirken bizde normal bir suç gibi karşılandı. O yüzden bugün yine binlerce insan KHK’lerle işinden uzaklaştırıldı. Bu politikalara sığınmak demek darbe hukukuna sığınmak demektir."

MA / Kadir Güney