10 Ekim Katliamı’nın 6’ıncı yılı nedeniyle düzenlenen panel ikinci oturumuyla devam etti. Oturumda, “Cezasızlık, katliam dosyalarında devletin rolü nedir? IŞİD’li kadınların örgütlenme ve katliam süreçlerindeki rolleri. 2015 sürecinde yaşananlar ve gizlenenlerin bugüne, adalet mücadelesine olan etkileri” konularının tartışıldı. Panelin bu bölümünde, gazeteciler Hale Gönültaş, Gökçer Tahincioğlu,  İdare hukukçusu Çiğdem Sever, TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 10 Ekim Ankara Katliamı dosyası adına Avukat Sevinç Hocaoğulları, 10 Ekim ailelerinden Mehtap Sakinci Coşgun, Suruç ailelerinden Çağla Seven konuşmacı olarak yer aldı. 

ŞIK: FAİLLERDEN BİRİ ERDOĞAN

Oturumda ilk konuşan Ahmet Şık, “Bu katliamın asıl faillerinden biri olan Erdoğan, ‘muhalefet iktidara talip olmaktan vazgeçsin’ dedi. Biz bu sözün benzerini 2015 seçimlerinden önce de duymuştuk. Aynısını tekrar söylüyor. O sözün arkasından onlarca insan çeşitli çatışmalarda, suikastlarda kaybetti. Aynı şeye bugün de atıf yapıyor. Korkunç bir suç örgütüyle karşı karşıyayız. Siyasi kılıfa bürünmüş bir mafyayla karşı karşıyayız. Bu mafya öyle bir suç teşkilatı kurdu ki bir kontrgerilla elemanı bize anlatıyor. Sedat Peker mevcut iktidarın kanadının bir tarafını hedef alarak bir şeyler anlatıyor ve anlattıklarında bir suç örgütü var. Bu suç örgütünü başka cihatçılarla işbirliği içinde olmadığını düşünmek ahmakça olur. Bu ülkedeki en büyük savaş baronlarından birisi Erdoğan’dır. Muhalif gördüğü herkesi ortadan kaldırabilecek bir savaş baronu. Öyle bir savaş baronu ki gar katliamında 104 kişi, Suruç’ta 33 kişi öldü yarın ihtiyaç duyarsa AKP teşkilatında patlayan bir bombayla AKP’liler de ölebilir” ifadelerini kullandı.

Herkesin risk altında olduğu bir dönemden geçildiğini dile getiren Şık, “Dolayısıyla yan yana durmaya, dayanışmaya devam edeceğiz.

TANRIKULU: ADALETİ GERÇEKLEŞTİRECEĞİZ

Panele online bağlanan Sezgin Tanrıkulu da, DAİŞ’in 2015 yılında ortaya çıkan Yargıtay kararına kadar Türkiye tarafından “terör örgütü” tanımlamasına alınmadığına dikkati çekti. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun DAİŞ’lilere dair, “Yakalıyoruz ama serbest bırakmak zorunda kalıyoruz” sözlerini hatırlatan Tanrıkulu, “2012 yılından itibaren IŞİD Türkiye sınırları içerisinde yoğun faaliyetlerde bulundu. Bu faaliyetlerde bulunurken de herhangi bir soruşturma ve davayla karşı karşıya  kalmadılar. Nedeni Türkiye’nin IŞİD’i terör örgütü olarak tanımlamaması. O nedenle Adıyaman’da ya da başka bir yerde kalan IŞİD’liler serbest bırakıldılar” dedi.  Gelinen noktada bir yargının kurumundan bahsedilemediğini söyleyen Tanrıkulu, “Tüm bu katliamlarda yargının sanıklara karşı nasıl bir hoşgörü gösterdiğini hepimiz biliyoruz. Bu yargının içinde bulunduğu durumdan kaynaklı. Bu hükümetin siyasal tercihi Suriye’deki savaşla birlikte böyle bir zemini hazırlamıştır ve yargı da üzerine düşen tutumu almamıştır. Ama hiç kimse endişe etmesin hafızamız var. Bunu yapanlardan, göz yumanlardan bağımsız yargı önünde hesap soracağız ve adaleti gerçekleştireceğiz. O günler de çok uzak değil” ifadelerinde bulundu. 

TAHİNCİOĞLU: KARANLIĞA KARŞI DİRENENLER VAR

Ardından söz alan gazeteci Gökçer Tahincioğlu, kontrgerilla yapılanmalar ve cezasızlık süreçleri konusunda konuştu. Tahincioğlu, “Sistemli olarak bir dönem Gülen Cemaati'ne yakın olan kişilerin kaçırılması söz konusu. İçlerine son dönemde birkaç tane solcu devrimci gençler de eklendi. Geçen günlerde HDP’li bir kadın kaçırıldı. Dağ başına götürülüp tehdit ediliyor. Sadece 8 Mart ve İstanbul Sözleşmesi eylemlerine katıldığı için darp edilen çocuklar var. Tüm bunları kontrgerilla faaliyetlerinin küçük uzantısı olarak görmek mümkün. Ben milliyet gazetesinde çalıştığım dönemde bir arkadaşımız IŞİD tarafından kaçırıldı. O dönem istihbaratla sıkça iletişim kurmak zorunda kaldık. Bir yandan da biz araştırma yapmaya çalıştık. O dönem sosyal medya üzerinden iletişim kurmayı başarabildiğim cihatçılar bana açık adres verdiklerinde ne kadar rahatça yaşadıklarını görmüştüm. Alışverişlerini Türkiye’den yapıyorlar, ertesi gün tekrar Suriye’ye geçiyorlar. Bu ortamda hala hukuk mekanizmasıyla adalet aramak, adalet sağlanamazsa bile failleri ortaya çıkarmak için verilen mücadeleye saygıyla eğiliyorum. Hala karanlığa karşı direnenler var. O karanlığı yıkmak için uğraşan çok sayıda yürekli insan var bu dönemde de” diye kaydetti.

GÖNÜLTAŞ: İNTERNETTEN KÖLE SATIŞI VAR

Gazeteci Hale Gönültaş da Êzidî kadın, çocukların nasıl Türkiye’ye getirildiğine, Türkiye’ye geri dönen DAİŞ’lilerin neler yaptığına dair takip ettiği haberler üzerinden değerlendirmeler yaptı. DAİŞ’e katılanların Türkiye’ye dönüşlerinde kimliklerini çok kolay bir şekilde yeniden çıkarabildiklerini kaydeden Gönültaş, “Bunların büyük bir bölümü gözaltına dahi alınmadı. Alınanlar da serbest bırakıldı. Suriye’de kalan DAİŞ’li kadın ve çocuklarının Türkiye’ye getirmek için girişimlerde bulundular. İnsan kaçakçılarıyla anlaştılar. Bu işi yapan şebekeler var. Erişim çok kolay. Para akışı da kontrol altında değildi. Hala da para akışının kontrol altında olduğunu söylemek mümkün değil. Bir takım yöntemlerle Türkiye’deki yakınlarına para gönderiyorlar. Çocuklarını Suriye’den getirebilmenin bedeli 20-30 bin Euro. Bunu çok kolay yapıyorlar ve ardından nüfus cüzdanın çıkarıyorlar” ifadelerini kullandı. Ankara’da çok sayıda DAİŞ’linin olduğunu belirten Gönültaş şöyle devam etti: “Gidenlerden dönenler çok fazla oldu. Dönenlerin büyük bir kısmı Altındağ’da, Ulus’ta geceleri pavyonda çalışıyorlar. Bunlarla birebir görüşme imkanım oldu. Suriye’den Türkiye’ye gelenlerin çoğu çok sayıda Êzidî kadın ve çocuk getirdi. Kadın ve çocukların büyük bir bölümünü evlerinde zorla tutuyorlar. Êzidî aileler kendi imkanlarıyla kadın ve çocukları kurtarmaya çalışıyor. Emniyete bildirmek istemiyorlar çünkü çocukların başına bir şey geleceğinden korkuyorlar. İŞID’in internet üzerinden köle satışı odası var. Aileler bu kanal üzerinden satışa çıkarılan çocukları için bir miktar para ödeyerek satın alıyor. Türkiye’den çıkışlarında da o pavyonlarda çalışan Türkiye’ye dönenler sağlıyor.” 

COŞGUN: İYİ GELEN TEK ŞEY DAYANIŞMA

Katliamın üzerinden geçen 72 ayda kendilerine iyi gelen tek şeyin dayanışma olduğunu ifade eden 10 Ekim ailelerinden Avukat Mehtap Sakinci Coşgun, aileler olarak kısa sürede bir araya gelip mücadele ettiklerini ve örgütlendiklerini söyledi. Coşgun, "Ama hala başımızı yastığa koyduğumuzda geride kalanlar olarak ‘her şeyi yapabildik mi gerçek adalet gelmediğine göre bunu daha nasıl iyi bir noktaya çıkarabileceğimizi’ düşündüğümüz için gözümüze uyku girmiyor” dedi. 

‘UZUN BİR MÜCADELE’

“İdari Yargı Süreçleri” konusunu ele alan İdare Hukukçusu Çiğdem Sever, cezasızlık meselesinin Türkiye’de tarihi köklü ve kötü deneyimleri olduğuna işaret etti.  Sever, “Türkiye’de geldiğimiz nokta iyi bir süreç olmadı. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ilginç bir hal almaya başladı. Ceza ve idari dosyaları yargılamalarında onlarca istihbarı yazışmalar var. Hiç kusur tartışması yapılmadan, Ankara’daki mahkemeler, bu kanun sanki hukukta olmamış gibi bir yaklaşım sergiliyor. Bu süreçte verilen tazminatlar çok yetersiz olmanın ötesinde, bu zarar da sistemin arızalarını gösterdi. Bu davalarda, kusur belirlendiği ölçüde ilgili kamu görevlilerine rücu edilmelidir. Ama hiçbir görevliye rücu edilmedi.  Anayasa Mahkemesi dört tane ihlal kararı verdi. AYM bu dört kararda kusur değerlendirilmesini yeterince yapılmadığını söyledi. İdari mahkemeleri ne yapacağını göreceğiz. Uzun bir mücadele veriyoruz” diye konuştu.

‘ADALETİN GELMESİ GEREKİYOR’

Söz alan katliamdan yaralı olarak kurtulan Suruç ailelerinden Çağla Seven, şunları söyledi: “Bir gün adalet gelecekse gördüğümüz mahkeme salonlarından değil buralardan gelecek. Bugün hala yaralarımız sarmış değiliz. Bunu her ameliyatım sonrası söylüyorum. İyileşmek için adaletin gelmesi gerekiyor. O bombalar patladıktan sonra her şey bitmedi geride kalanlar hep terörist ilan edildi. Bugün Suruç katliamında ölenlerden birinin mezarı 12 kez kırılıyorsa, bir anne mezar başında yaptığı konuşma nedeniyle hala tutukluysa bu ülkenin katliamlar tarihinin ve muhalif insanları nasıl ötekileştirdiğinin kanıtıdır.  Katili tanıyoruz. Mücadele etmeye devam ediyoruz. Biz 20 duruşmadır boş sanık sandalyelerinde duruşmalara gidiyoruz. Yaramızı daha da kanatacak şekilde bir adalet mekanizması bize adalet diye sunulmaya çalışılıyor.”

Son olarak söz alan 10 Ekim Ankara Katliamı dosyası avukatlarından Sevinç Hocaoğulları, hep beraber bir hukuk mücadelesini sürdürdüklerini vurguladı. Söz verdikleri adalet mücadelesinin nasıl bir ortamda verdiklerinin de önemli olduğunu söyleyen Hocaoğulları, “Bizi iyileştirecek şey eşitlik, barış adalet olacaktır” dedi.

Panelin ardından, “Barışa uçan kanatlar” sergisinin açılışı gerçekleştirildi. Program “6 yılda nelere tutunduk” söyleşisiyle son buldu.