Dönemin Başbakanı İsmet İnönü sürecinde, peş peşe yeni kanunlar çıkarılır. Bu kanunlar ise Takrir-i Sükun, Tehcir, Tenkil ve Te’dip kanunlarıdır. 1926’dan sonra bölgedeki Kürt liderler sürgüne gönderilir. Bu sürgünü kabul etmeyen İbrahim Ağa, “Osmanlı döneminde Ruslara karşı o kadar savaşımın karşılığı sürgün mü olacaktı” diyerek bu sürgüne karşı gelir ve dağa çıkar. Resmi tarihte yer verilmese de tarih sayfalarına "Zilan Katliamı" olarak geçti. Katliama, 1926'da Biroyê Haskê Teli'nin (İbrahim Ağa) Ağrı Dağı’nda başlattığı isyan gerekçe gösterildi. Xoybun örgütünün de 1929'da müdahil olduğu isyanda aşiretler dağınık şekilde savaşır. Xoybun ise Berzenci aşiretinden Seyid Resul'ü Zilan Deresi'ne (Geliyê Zilan) göndererek Seyid Resul, beraberindeki 400 kişilik grubuyla Erciş'i kuşatır. Uzun süren çatışmalar neticesinde geri çekilen isyancılar İran'a geçer. Bunun üzerine Erciş'te yüzbaşı olarak görev yapan Derviş Bey, müfrezesini alarak Zilan Deresi’ni ablukaya alır ve bölgedeki Hasanabdal, Doluca, Şahbazar, Doğanci, Tendurek, Çakırbey, Yılanlık, Harhus, Babazeng, Kömür, Şor, Şorik, Mürşit, Mescitli, Karakilis, Kündük, Zorava, Aryutin, Hallacköy, Koşköprü, Kuruçem, Mülk, Yekmal, Kilise, Gosk, Aşağı Partaş, Yukarı Partaş, Binesi, Bunizi, Pelexlu, Kerx, Sögütlü, Mığare, Kardoğan, Kelle, Hostekar, Suvarköy, Kızılkilise, Ziyaret, Hiraşen, Komik, Şeytanava, Birhan ve Yukarı Koşköprü köylerini ateşe verir.Köylüler makineli tüfenklerle taranır ve toplu halde çocuk, kadın, yaşlı genç demeden katledilir.

Resmi kayıtlardaki verilere göre 15 bin, Rus Üniversitesi’nin araştırma raporuna göre 53 bin, savaşın içerisinde bulunan Hasan Serdi’nin ifadesine göre 47 bin kişi, bu katliamda yaşamını yitirdi.

Dönemin tanıklarının günümüze aktardığı katliama ilişkin çeşitli tarihlerde verdiği röpörtajlardan bazıları şöyle;

'HAMİLE KADINLARIN KARINLARI DEŞİLDİ'

Zilan katliamı sırasında asker olduğunu ifade eden bir askerin iddiaları insanın kanını donduracak nitelikte. Zilan katliamı sırasında Diyarbakır’da askerlik yaptığını belirten Mirza Efendi, tanık olduğu Zilan katliamında şu ifadelere yer veriyor.”Zilan Katliamında ben Diyarbakır’da askerdim. Diyarbakır’dan bölgeye sevk edilen askeri birliklerin içinde ben de vardım. Bölgeye intikal ettiğimizde katliam yeni yapılmıştı. Bizler firar edenler ya da katliamdan kurtulup gizlenenlerin bulunması ile görevliydik. Yakılan Cakırbey köyünde bu amaçla arama tarama yapıyorduk, daha önce katledilen ve yakılan köyün yıkıntıları arasında sağ kalan insan arıyorduk. Aramalar neticesinde iki kişi bulundu. Her ikisini de alıp komutanın yanına getirdiler. Bizler de arama faaliyetini tamamlayıp orada toplandık. Yakalananlardan biri 80’lik ihtiyar bir adamdı. Diğeri ise, halinden doğumunun çok yakın olduğu belli olan hamile bir kadındı” açıklamalarına yer veren dönemin askeri yaşadığı olayları aynen şöyle aktarıyor.”Komutan, yaşlı adama bir iki tekme atıp;Bu adam zaten gebermiş, iki kişi kadının kollarından tutsun dedi.İki asker, daha önce gördüğü dehşetinde etkisiyle tir,tir titreyen zavallı kadının kollarından tuttu.Komutan;içinizde bu kadının karnını deşip piçini çıkaracak bir gönüllü çıksın diye bağırdı. Bir kaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun üzerine bu işi gerçekleştirecek kişiye 40 gün mükâfat izni var dedi. Bir asker gönüllü olarak çıktı. İki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu. Komutan; Bakın bakalım, erkek mi kız mı diye sordu. Asker erkek diye cevapladı, Komutan Piç in erkek olduğunu tahmin etmiştim dedi.

'O ZÜLMÜ KAFİR MÜSLÜMANA YAPMAZDI'

Yaşanılan katliam sırasında 12 yaşlarında olduğunu belirten Dino Elçi isimli  Zilanlı askerin itiraflarını doğrulayacak nitelikte. Katliam sırasından cesetlerin altında yaralı olarak kurtulduğunu dile getiren Elçi, “Orada yaşananları kafir Müslüman’a yapmazdı. Küçük çocukların bile askerin nasıl bir katil olduğunu anlamış cesetlerin altında sessizce bekliyordu. bir çocuk ortalık sessizliğe bürününce emekleyip gidip ölen annesinin memesini emmeye çalıştı. Çocuk annesinin memesini ararken bir asker süngü ile çocuğun sırtını delip çocuğu öldürdü” ifadeleri ile Zilan katliamını vahşet verici boyunu böyle özetledi. Bir başka tanık ise şu sözlerle katliamı anlatıyor.”Bizim evimiz o tarihte Hevırzong köyündeydi. Hasan abdal köyündeki akrabalarımızın çoğu katledilmişti. Amcalarım, dedem de dahil. Fakat bizim köye karışmadılar. Babam, akrabalarımızın imdadına koşmak, en azından ölüleri gömmek için, gece katliamın yapıldığı Cebeliye gider. Anlattığına göre; köpekler insan etine alıştıklarından kendilerine de saldırıyorlarmış. O sahaya zor bela girebilmişler. Sahaya girdiklerinde köpeklerce yiyilmiş, büyük bîr kısmı tanınmaz halde olan yüzlerce cesetle karşılaşmışlar. Katledilenler ancak gece kimse görmeden gizlice ve topluca toprağa verilmiş. O yörede aradan geçen en yıllık süreye rağmen hala insan kemiklerine rastlamak mümkündür. “

'ASKERLER GENÇ KIZ VE KADINLARIN CESETLERİNE TECAVÜZ EDİYORLARDI'

Ahmet Yıldız ismindeki bu tanığın ifadeleri katliamı işleyen askerlerin nasıl insanlıktan çıktığını ve ölü kadınların bedenlerini nasıl kirlettiğini nefret dolu ifade ile şöyle aktarıyor.”Aşê Davuda ceset doluydu, Ağustos sıcağında cesetler şişmiş, kokuyordu. Askerler, genç kız ve kadınların cesetlerine tecavüz ediyorlardı, Aşê Davuda (Davutlar değirmeni), Erciş kız yatılı ilköğretim bölge okulunun bulunduğu yerdir, Van –Erciş yolu üzerinde bulunuyor ya. En büyük toplu katliamlardan bir de orda yapıldı. Ben o zamanlarda. Askerlere erzak taşırdım. Birkaç defa Aşê Davuda’da kamp kurmuş olan askerlere erzak götürdüm, kendi gözlerimle gördüm. Cenazeleri üstü üste kule şeklinde yığmışlardı. Hiç unutmam, askerler cenazelerin arasına girip güzel kadın ve kızların cesetlerine tecavüz ediyorlardı” dedi.

'İNSANLARIN KAFA DERİSİ YÜZÜLDÜ'

Kakil Erdem isimli mağdur tanık katliamın işlendiği sırada 12 yaşında olduğunu ifade ediyor.Erdem yaşanan katliam sırasında saklanarak tanık olduğu olayı şöyle anlatıyor.“Askerler, hamile kadınların karnını deşiyorlardı. Hamile kadınları öldürüp, çocuklarını karınlarından çıkarıyorlardı. İnsanları gözlerimin önünde kesiyorlardı. Benim gözümün önünde 3 akrabamın kafa derisini yüzdüler. İki kardeşi ağaçlarla döverek öldürdüklerini gördüm’ dedi. Katliamın başladığı sırada dağlara kaçtığını ve saklandığı yerden olup biteni izlediğini belirten Erdem, ‘Günlerce dağlarda aç kaldık. Askerler gittikten sonra köye geri döndük. 35 akrabamı öldürmüşlerdi. Birçok insanı gözümün önünde kestiler. Benim en büyük ağabeyim de sağ, o da bu olayları gördü’ diye konuştu. Katliam emrini İsmet İnönü’nün verdiğini anlatan Erdem, ‘O katliamı hiç unutamadım. Esir alınanları da öldürdüler. Bu katliamda ölenlerin çoğu Kurtuluş Savaşı’nda savaşmış insanlardı.

'BİZ ATEŞ ETMESEYDİK SUBAYLAR BİZİ VURACAKTI'

Katliamın yaşandığı sırada asker olduğunu ve yaşanların halen gözlerinin önünde film şeridi ile geçtiğini ifade eden ve ismini can güvenliği nedeni ile vermek istemeyen bir asker yaşadığı askerlik süresinde tanık olduğu ve uygulamak zorunda kaldığı insanlık dışı vahşeti şöyle aktarıyor. ”Toplam 44 köy ateşe verilir ve yaklaşık 15 bin kişi de Ceme Gürceme vadisinde, birbirlerine bağlanarak toplu bir şekilde vahşice katledilir. Kadın, çocuk ve bebeler dahil herkesi, bölgedeki bütün köylerin halkını, binlerce insanı, Zilan deresine doldurdular. Etraflarını makineli tüfeklerle çevirdiler. Makineli tüfeklerin başında bizler, yani erler vardı. Ellerimiz tetikteydi ve namlular topluluğa dönüktü. Bizim arkamızda erbaşlar sıralanmıştı. Elleri tüfeklerin tetiğinde namluyu bize yöneltmişlerdi. Onların arkasında, üçüncü sırada subaylar tabancaların namlusuna mermiyi sürmüş bekliyorlardı. Biz ateş etmesek erbaşlar bizi vuracaklardı. Onlar bizi vurmazsa subaylar onları ve bizi vuracaklardı. Tetiğe bastık. Binlerce mermi deredeki insan topluluğunun üzerine ateş kustu. Kadınların, çocukların, yaşlı, genç erkeklerin korkunç çığlıkları dereyi sardı. Bir süre sonra çığlıklar iniltiye dönüştü. Ve sonra iniltiler de kesildi. Yaşlı ve genç erkeklerin yanında, binlerce kadının, çocuğun, kundaktaki bebeklerin cesetleri bir kan gölü içinde bırakıldı. Kurda, kuşa yem edildi. Bir süre sonra cesetler koktu, çürümeye terk edildi.’

'AİLEMDEN SADECE BEN SAĞ KALDIM'

‘Yüzbaşı Derviş Bey’e bağlı askerler, isyana kalkışacağız diye bir anda Zilan Deresi’ndeki 7 köye baskın yaparak, taramaya başladılar. Herkesi öldürmeye başladılar. Kısa bir süre içinde ortalık cesetlerle doldu. Ben de kaçarken yere düştüm” ifadelerini kullanan Tayfune Zilani cesetlerin altında kurtulduğunu ifade ederek cesetlerin altındayken yaşadığı kan dondurucu dramı şöyle aktarıyor. “Cesetlerin altında kaldım. Benim öldüğümü zannettiler. Bütün cesetleri üst üste yığdılar, ben de cesetlerin altında kaldım. Askerler gittikten sonra ortaya çıktım. Ancak ailemden sadece ben sağ kalmıştım. Babam, annem ve bütün akrabalarım öldürülmüştü. Çok az kişi sağ kurtuldu. Kurtulanlar da benim gibi akli dengelerini yitirdiler.’

‘HİÇ UNUTAMADIM…’

Katliamdan sağ kurtulan az sayıdaki bu tanıklardan biri 105 yaşındaki Osman İleri. Erciş’e bağlı Doluca (Exs) Mahallesi’nde yaşayan İleri’nin belleği, yaşananları daha dünmüş gibi hatırlıyor. Bazen buruk, bazen de öfkeli ses tonuyla tanıklıklarını anlatan İleri, katliam yaşandığında henüz 15 yaşındaymış. İleri, unutamadığı o günü şöyle anlatıyor: 

"Katliam esnasında Kaniya Pûçê yaylasındaydık. Aşağıdaki köylerin hepsi kara askerler tarafından yakıldı. Askerler Doğanci, Şahbazar, Hasanabdal köylerinde bir yer yapmışlardı. Birçok köylüyü oraya toplamışlardı. Sonra bir tepeye koydukları ağır makineli ile köylüleri taradılar. Biz oraya gittiğimizde neredeyse herkesi öldürmüşlerdi. Sonra bir bölgeye teyyareden bomba yağdırlar. Bomba toprağa saplandı ama patlamadı. Belki o bomba halen toprağın altındadır. Ardından uçak buradan Zorava (Yöreli) köyüne, oradan Kendal Beşk bölgesine geçti. Teyyare orada bombaları büyükbaş hayvanların arasına attı, bütün hayvanlar öldü. Orada bir çok kişi de öldü. Ardından teyare gitti. Orası kıyametti, zulümdü. Hiç unutamadım… Hani Dersim katliamından bahsediyorlar ya, aynı Dersim katliamı gibiydi yaşadıklarımız. Hamile kadınları öldürüyorlardı, askerler hamile kadınların karnındaki çocuklarının cinsiyeti üzerine iddiaya giriyorlardı. Sonra kadını öldürüp, karnını yarıp çocuğun cinsiyetine bakıyorlardı.” 

Yaylada oldukları için hayatta kalabildikleri katliama dair tanıklıklarını bu sözlerle dile getiren İleri, sonrasında yaşadıkları köye geldiklerinde her şeyin yakılmış olduğunu gördüklerini ifade etti. 

Bu nedenle yanlarına hiçbir şey alamadan hemen köyden çıktıklarını ve bir gece köyün çevresinde kaldıklarını anlatan İleri, sonrasını “Biz 500 kişi günlerce yürüyerek Erciş'e gitmeye çalıştık. Dostu olanlar dostlarının yanına, bizler de Koçköprü köyüne giderek orada kaldık. Onlara çobanlık, kahyalık yapıyorduk. Yine ilçeye gelenlerin bazılarını Adana’ya sürgüne gönderdiler. Adana’ya sürgüne gönderilenler arasında tanıdıklarım da vardı. Adana’ya ve diğer illere gönderilenler, Menderes döneminde çıkan afla birlikte ancak evlerine geri dönebildi" sözleriyle dile getirdi.

'YUKARIYA GÖTÜRÜP ÖLDÜRÜN' EMRİ VERDİ

Katliamdan sağ kurtulanlardan biri de 102 yaşındaki Haci Tahir Nas. Yaşadığı sağlık problemleri nedeniyle bugün yatalak halde olan Nas, katliama ailesiyle birlikte yaşadıkları Pelexalî (Sicali) köyünde, henüz 12 yaşında iken tanık olmuş.

Nas, çok küçük yaşta tanık olup, unutamadığı o günü şöyle anlatıyor: "Derviş Bey adında Elazığ Alay Komutanı vardı. Kürtlerin büyük bir bölümü de onun emrinde askerdi. Bir alay askerle önce Karaköse (Ağrı), ardından da Geliye Zilan’a geldi. Orada 24 köyü katliamdan geçirdi. Xoçali’den Karakilise ve Hasanabdal'a kadar ne kadar köy varsa yıkıp, bizim köye geldiler. Köye gelen askerler önce yemek yedi. Sonra da kadın ve erkekleri ayırarak, bizi Sarkoy köyünün yanındaki dereye götürdüler. Alanda neredeyse 2-3 bin kişi vardı. Biz çocuklar o alanda annelerimizin kucağında kendimizi güvende hissediyorduk. Derviş Bey orada bir köylünün ağzına sıkarak infaz etti. Bizler için de; 'yukarıya götürüp öldürün' diye emir verdi. Hepimizi toplayıp Mülk ve Kundik  köyleri arasına götürdüler. Çoluk çocuk, kadın, genç bağırışlar, çağırmalar oldu. Sonra askerler ağır makineli tüfekleri tepeye kurup, 'sizin üzerinizden havaya ateş edeceğiz kaçmayın!' dediler. Muhtar da bize kaçmamamızı söyledi. Sonra askerler ateş açıp, oradaki neredeyse tüm insanları katlettiler. Askerler kurşun sıkmaya başlayınca çocuklar sanki başı kesilmiş tavuklar gibi havaya fırlayıp yere düşüyorlardı. Bazı kişiler cesetlerin altında kaldığı için kurtuldu. Ben bunların hepsini canlı olarak yaşadım." 

Bu kişilerden biri de anlatımlarına göre kendisi. Vücuduna o gün iki kurşun isabet ettiğini söyleyen Nas, "Kurşun bacağıma değince yere düştüm. Sonra da tepeye doğru gittim. Orada kurtulan birkaç kişiyle aşağıda yaşananları izlemeye başladık. Benim topal bir amcam vardı. Oradan amcama 'bir cesedin altına gir' diye bağırdılar. O da kucağında kızıyla bir cesedin altına girdi. Ancak sonrasında onlara kurşun yağdırıp, öldürdüler. Ben de olduğum yerde yaşanları izliyordum. Sonra biri bana bir kurşun daha sıktı ama değmedi” diye belirtti.

'SAĞ KALANLAR TEK TEK SÜNGÜLENDİ'

Nas, sıkılan kurşunlardan sağ kalanların ise cesetlerin arasından kaçmaya çalıştıklarını, kaçarken de adeta birbirini ezecek duruma geldiklerini ifade etti. Daha sonra ateşi kesen askerlerin cenazelerin arasında dolaşıp sağ kalanları tek tek süngüleyip, öldürdüklerini anlatan Nas, şunları ekledi: “Tüm kadınların boyunlarındaki kolyelerden, parmaklarındaki yüzüklere kadar hepsini aldılar. Benden 2 metre uzakta can çekişen hamile bir kadın vardı. Askerler süngülerle  kadının karnına vurup, yırtınca çocuğu karnından yere düştü. Bir asker diz çöküp kadının parmağındaki yüzüğü çıkarmaya çalışırken, kadın son nefesini askerin göğsüne tekme atarak verdi. O kadının yüzüğü defnedilene kadar parmağında kaldı. Benim annem de o katliamda öldürüldü." 

Nas, asker çekildikten sonra ise Boynizi (Boynuzlu) köyünden insanların öküz arabalarıyla katliamın yapıldığı yere gelip, cenazeleri topladıklarını anlattı. 

Gerçekleştirilen katliamda kimi ailelerden geriye kimsenin sağ kalmadığını belirten Nas, sağ kalanların ise farklı il ve ilçelere sürgün edilerek Zilan bölgesinin boşaltıldığını anlattı.

'KURTULDUĞUMUZU DÜŞÜNÜYORDUK AMA YANILMIŞIZ'

Katliam sırasında 10 yaşında olan Hacı Şebap Kandemir Erciş’teki Kara Yusuf Camii’ni tıpkı Naziler gibi, bir toplama kampı gibi kullandığını belirterek, “Askerler Gelîyê Zilan’daki insanları gündüz getirip Erciş’in büyük camisi olan Kara Yusuf Cami’sinde topluyorlardı. Orayı cezaevi olarak kullanıyorlardı. Akşam olunca da bu insanları götürüp öldürüyorlardı. Bu şekilde abartısız günde 200 kişiyi öldürüyorlardı” dedi.

"Ağrı isyanı sırasında can korkusundan yaylaya çıkmıştık… Birkaç gün kaldıktan sonra tekrar köyümüze dönmeye karar verdik. Köyümüzün ismi Çakırbey’dir. Akşamdan yola çıktık. Gece boyunca yürüdük. Şafakla beraber köye vardık. Köyü de geçip Kevırê Qul (delikli taş) mevkisine kadar geldik. Yolda Mistefayê Meyro’ya rastladık. O da milis olmuştu. “Geri dönün, geri dönün! Köyümüz katliam sahasında değildir! Geri dönün” deyince biz de köyümüze yani Çakirbeg’e geri döndük fakat hala tedirgindik.

Annem Heno Hatun’una dedi ki, “Heno Hatun, askerler gelip bizi öldürecekler, gelip jandarmaların cenazelerini götürecekler, bizi de öldürecekler.” Heno Hatun’un onayıyla Çakırbeg’in yanındaki ormanlık vadiye gidip saklandık.

Gece yola çıktık, sabaha doğru İncesu köyüne vardık. İncesu köyü katliam sahasında değildi; çünkü o köyde Feto vardı. Feto milis olmuştu. Bayağı yetkiliydi. Köyünü kurtarmıştı. Oraya, yani Bekirîlerin arasına gittik. Askerler burada 5 bine yakın insanı toplamışlardı. Hepsi de artık Geliye Zilan esiriydi.

Biz kurtulduğumuzu düşünüyorduk. Ama yanılmıştık. Güya aynı aşiretteniz diye orası güvenliydi. Askerler bizi de bu 5 bin kişinin arasına kattı. Yaralılar, inlemeler, cesetler, birbirine kaybedenler, yetim kalmış çocuklar… İncesu’da bir hafta kaldık. Etrafımızda hem milisler vardı hem de askerler vardı. Bir hafta sonra hepimizi topladılar.

Önümüzde milisler ve etrafımızda askerlerle birlikte Erciş’e doğru yola çıktık. 5 bin insan… Her aşiretten ve her köyden hemen hemen insan vardı bu kalabalıkta. Mılis Sidîqê Heso ile kardeşi Zeko hemen önümüzde yürüyorlardı. Ellerinde bir kâğıt vardı. Önümüze çıkan askerlere bu kâğıdı gösteriyorlardı. Yola düştüğümüzde kalabalığın bir başı İncesu köyünde olmasına rağmen bir başı Êrşat köyüne ulaşmıştı bile."

'CENAZELERİ ATEŞE ATIP YAKIYORLARDI'

"Êrşat’a geldiğimizde askerler Sılêmanê Mamê ailesinin evlerini yakmıştı. Cenazeleri de ateşe atıp yakıyorlardı, Bunları o zaman Êrşat Köyünde (ışıklı) gördüm. Bizi sonra Erciş’e getirdiler.

Orda da artık kimin adamı varsa gelip yakınını, akrabasını kurtarabiliyordu. Bizim Ahmet’in evi de Erciş’teydi. Gelip bizi kurtardı, annem ve iki kardeşimle beraber evine götürdü. Devlet nezdinde bir yakını olmayanları da akşam oldu mu götürüp Aşê keşişte, Aşê Davuda’da öldürüyorlardı. Sonra da işte Êrşat (Işıklı) köyüne gittik.

Seyid camisinden Êrşat mezarlığına kadar yolun her iki tarafı kurşuna dizilmiş insan cesetleriyle doluydu. Yazın başlarıydı. Kanları toprağın üzerinde simsiyah bir tabaka oluşturmuştu; annem yine gözlerimi kapattı. Korkmamam için…"

'ASKER, İNSANLARI GÜNDÜZ CAMİYE TOPLAYIP AKŞAM ÖLDÜRÜYORDU'

"Erciş’in büyük camisi (Kara Yusuf Cami) var ya işte orasını cezaevi olarak kullanıyorlardı. Askerler Gelîyê Zilan’daki insanları gündüz getirip bu camiye kapatıyorlardı. Akşam olunca da götürüp öldürüyorlardı. Aşê Davuda’da ve Aşê keşiş’e götürüp öldürüyorlardı.

Heyderbeg (Haydarbey) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Örene (Wêrane) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Yekmal yolu üzerinde öldürüyorlardı. Bu şekilde abartısız günde 200 kişiyi öldürüyorlardı. Babam gidip Sidîqê Heso ile konuştu. Sidîq ta Diyarbekir’e kadar gitti özel bir emir getirip Derviş Bey’e verdi. O şekilde bizim aile de kurtuldu. Babam evimizi Êrşat köyüne götürdü. Ebubekirê Ferho’yu sürgün etmişlerdi, yani evi boştu. Babam, Sidîqê Heso’nun yanına gitti. Durumumuzu anlatıyor.

Sidîqê Heso da diyor ki, “Bize zamanında çok iyiliğiniz dokundu, git aileni al buraya getir.” Biz de Erciş’te bekliyorduk. Babam artık gelmedi. Amcam Ahmet bizi almaya geldi. Bendim, annem ile iki kardeşim… Amcam bizi Seyid Abdülvahap camisine götürdü önce. O zaman gördüm; camiden Êrşat’a kadarki olan yolun her iki tarafı cesetlerle doluydu.

Şimdiki Erciş emniyet müdürlüğü binası var ya işte o zamanlar, emniyet binasının olduğu yer ve önündeki dükkânların olduğu yer bomboştu, camiyi (Kara Yusuf Paşa Camii) cezaevi olarak kullanıyorlardı. O boş alana topluyorlardı önce. Bazıları ayaktaydı. Bazıları oturuyordu. Bazıları zincirlerle birbirlerine bağlıydı. Bazıları elbiselerini çıkarıyordu. Sonra askerler dipçiklerle vura vura camiye götürüyordu onları. Akşam oldu mu götürüp öldürüyorlardı. Sonra başka bir kafileyi… Bu şekilde öldürülmeler 2 ay boyunca sürdü."

'BAZI CENAZELER TOPLU OLARAK GÖMÜLDÜ'

"İsyandan 10 yıl sonra Milis başının (Süleyman Erdinç) izniyle yaylalara çıkabiliyorduk. O yaylalar o zamanlar yemyeşildi. Kemikler ise yeşilliğin içinde bembeyaz mantarlar gibi görünüyordu. İnsan kemikleri… Etlerini zaten hayvanlar yemişti… Cenazeleri yakıyorlardı. Bazı cenazeler de toplu olarak gömüldü... Daha çok kemikler gömüldü…"

'İNSANLARIN KURŞUNA DİZİLDİĞİ ALAN CEMAATE TAHSİS EDİLDİ'

Hacı Şebab Kandemir’in anlattığı Erciş’teki bu toplama yerlerinin hemen yanındaki Erciş Lisesi yıkılıp yerine Hükümet Konağının temellerini atmak için bu yerler kazıldığında insana ait yüzlerce kafatası ve kemik çıkmıştı. Bu bulgular üzerine yetkililer iş makineleriyle aynı gün kemiklerin üzerini kapatmışlardı. İlçe halkı, yıllardan beri cesetlerin büyük bir kısmının bu alana gömüldüğünü söylüyor. Hacı Şebab Kandemir’in söylediği, insanların kurşuna dizildiği başka bir yer olan Aşê Davuda mıntıkası ise Fettullah Gülen Cemaatine bağlı Serhat Koleji’ne tahsis edildi.

Katliamda köylülerin yerlerine ve mallarına el konulurken,Afkanıstan Pamirden getirilen Kırgızlar bölgeye yerleştirildi.

Dönemin gazetelerinin katledilen çoğu bebek, çocuk ve kadınlardan oluşan katliamı meşrulaştıran ifadeler içeren attıkları manşet ise şöyle;

Vakit Gazetesi 13 Temmuz 1930

“Asiler 5 günde yok edildi. Zeylan deresindekiler tamamen yok edildi. Bunlardan bir kişi dahi kurtulamamıştır. Ağrı’da harekat devam ediyor. Dünden beri harekat sahasında eşkıya kalmamıştır. Büyük kuvvetlerimiz yüksek sarp dağlara iltica edenleri de mahv etmiştir. Zeylan deresi yüzlerce cesetle doludur.”

Cumhuriyet Gazetesi 16 Temmuz 1930

Zilan Deresi’nde gerçekleşen olayı şu şekilde duyurur; “Ağrı eteklerinde eşkıyaya iltica eden köyler tamamen yakılarak ahalisi Erciş’e sevk edilip ve orada iskan olunmuştur. Zilan harekatında imha edilen eşkıya miktarı 15 binden fazladır. Harp pek müthiş bir tarzda cereyan etmiş, Zilan deresi lepalep cesetle dolmuştu.”


 Haber arşivimizdeki ve farklı kaynaklardan dönemin tanıklarının çeşitli tarihlerde verdiği röpörtajlardan derlenmiştir.