Rojava yönetimi, 9 yıllık devrim sürecini özerklikle renklendirirken, resmi statü kazanmak için girişimlerini sürdürüyor. Birçok ülkede temsilcilik açan bölge yönetimi, Suriye’de kalıcı bir çözüm modeli arıyor. 

ROJAVA HALKI ‘PARATONER’ İŞLEVİ GÖRDÜ

Suriye’de Mart 2011’de iç savaşın patlak vermesiyle birlikte örgütlülüklerini güçlendiren Rojava halkları, yaşam alanını savunmaya başladı. Her türlü yıldırma politikasına karşı adeta binayı koruyan bir “paratoner” işlevi gördü. Ya kendi geleceğini inşa eden “özne” olacaklardı ya da vekâlet savaşını başlatan aktörlere “üzengi ağalığı” yapacaklardı. Çok sayıda unsur, “nesne” olmayı reddeden bölge halklarının özgürlük mücadelesine ket vurmaya çalıştı. Bunlardan en “mâruf” olanı DAİŞ’ti. Ancak yalnız değildi. Arkasında bazı bölgesel dinamikler vardı. Fuzuli’nin deyimiyle “düşman kavi, talih zebundu.” DAİŞ’in insanlık dışı her türlü saldırısı paratonere takıldı. Özellikle kadınların üstlendiği rolü “Mısır’daki sağır sultan” bile duydu. 

TÜRKİYE TERÖRİZE EDİYOR

Ermeni, Kürt, Arap, Süryani, Asuri gibi Rojava halkları bir taraftan kendilerini savunurken diğer taraftan bir “ortak yaşam” modeli üzerine kafa yordular.  Âdem-i merkeziyetçiliği benimseyen, ekolojik üretime dayalı, kadın özgürlükçü karakteri baskın, çoğulcu ve heterojen yeni bir yönetim modeli Orta Doğu’da hayata geçirildi. Demokratik bir anayasa ile hukuksal hüviyete bürünen yeni yönetim modeli yüzyıllardır kök salmış “monarşizme” karşı bir mukavemetti. Rojava’da bu adımlar atılırken bölgesel ve uluslararası güçler de kendi hesaplarını yapıyordu. Rusya, Şam yönetimini desteklerken (Rojava’nın özerklik inşasına karşı da olumsuz bir tutum takınmadı), ABD ve koalisyon güçleri Rojava halklarıyla hareket etmek zorunda kaldı. Türkiye ise ilk zamanlarda PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’i Ankara’da birkaç kez “mihman” etmesine rağmen, taktiksel bir değişikliğe gidip Rojava’daki tüm değişimi “terörize etme” yolunu seçti. Bu aynı zamanda Türkiye’deki Kürtlerle olan “köprüyü” tamamen dinamitlemek demekti.  

‘BİR DAMLA PETROL, BİR DAMLA KANDAN DEĞERLİ’

Özellikle Rojava’nın sahip olduğu petrol rezervleri, hiç kuşkusuz tüm aktörlerin “iştahını” kabartıyor. Winston Churchill’in deyimiyle “bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir.” Delta Crescent Energy adlı ABD’li şirketin yaptığı petrol antlaşması boşuna değildi. Rojava yönetimi açısından bakılırsa bu antlaşma gerekliydi. Zira uluslararası arenada tecrit altında olan ve statüsü tanınmayan bir özerk bölgenin ekonomik döngüsünü sürdürebilmesi için petrolün işlenmesi önem arz ediyor. Özerk yönetimi bu noktada “Marksist sınava” tabi tutmak yersiz olurdu. Sovyet yönetiminin henüz ilk yıllarında ihracat ve ithalatı sürdürebilmek için Londra’da “Arkos” isimli bir şirket kurduğu malûmdur. 

Son dönemde Joe Biden yönetimi, Delta Crescent Energy şirketinin Rojava’daki faaliyetini durdurdu. Bu çerçevede İsrail’in Haaretz gazetesinde Zvi Bar’el tarafından bir süre önce kaleme alınan bir makalede Biden’in Orta Doğu’yu geri plâna ittiği, Rusya ve Çin’e karşı mücadeleyi yükselteceği yönünde bir yorum yapılıyor. Trump’a oranla daha “hümanist” bir tutum gösteren Biden, Suriye’de petrol için bulunmadıklarını dile getiriyor. Bu arada Rusya ve Şam yönetimi, Delta Crescent Energy şirketinin Suriye’deki petrolleri “kaparozladığını” düşünüyor. 

SURİYE KONUSU BİR ‘GORDİON DÜĞÜMÜ’

Son süreçte Rojava Özerk Yönetimi’nin sahip olduğu “de facto” statüyü resmi bir statüye dönüştürme teşebbüsleri devam ediyor. Tüm karşıt tarafları ortak bir çözüm yolu üzerinde tabii ki uzlaştırmak kolay değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la yapılan görüşme ve Cenevre’de açılan temsilcilik Türkiye ve Şam’da her zamanki gibi tepkiyle karşılandı. Şam yönetimi komplocu bir tavır takınıyor ve bu tür görüşmeleri, Batılı emperyalistlerle kucaklaşma olarak görüyor. Özerkliğin çok “elzem” olduğunu her defasında dile getiren Rusya da Batılı devletlerle kurulan bağa şüpheyle yaklaşıyor. Şu an için “Gordion düğümü” olma özelliğini devam ettiren Suriye’nin geleceği konusu,  “aklın” gerektirdiği bir sonuca evirilmeyi bekliyor. Özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin Aralık 2015’te aldığı 2254 sayılı kararın uygulanması yönünde bir beklenti var. Bu karar, Suriye’de acil bir ateşkesin sağlanmasını ve siyasi çözüme ulaşılmasını öngörüyor. Çoğulcu yeni bir anayasa, federatif sistem, çok dilli yaşam modeli Suriye’de beklenen ilk köklü değişiklikler olarak göze çarpıyor. Her türlü engele rağmen Rojava yönetiminin barışçıl bir gelecek ümidi devam ediyor. Kararlı, sabırlı ve inatçı yapısından bir an olsun taviz vermeyen mevcut yönetimin "menzil-i maksuda" erişeceği, uluslararası arenada bağlayıcılığı olan bir statüye kavuşacağı şüphe götürmüyor.

MA / İsmet Konak